11 Mart 2009

KERİZ KRİZİ ve ANNENBERG ile DOĞAN

Tayyip Erdoğan’ın, başbakan olarak yaptığı en hayırlı iş, 2009 krizinde, devleti tekrar kerizlemek isteyen medyatör sermaye grupları ile diğer İstanbul dükalığını oluşturan burjuvaziye kriz kurtarma ilacını vermemek olacak.

Yani, 2001’de yapıldığının tersine, krizle devleti kerizlettirmenin yolunu kapatacak. Umarım.

Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’in başyardımcısı Arkadi Dvorkoviç, The Wall Street Journal’da, keriz krizi konusunda Rus devletinin tutumunu, “Aşırı borçlanarak dünya krizinde zor duruma düşen işadamlarını devlet artık kurtarmayacak” diye açıkladı. Dvorkoviç, “devletten yardım isteyen işadamları, altı ay önce kolay kazandıkları paraları bugünleri düşünmeden savurganca harcadılar, onları kurtararak tekrar aynı savurganlığı yaşamak istemiyoruz” dedi.

Ben de Davos kahramanından aynı bu açılımı bekliyorum. Fakat beklentimin boş olduğunu da hissediyorum. Çünkü, 2002 yılında oy verilmesini isteyerek desteklediğim AKP, uyarılarıma rağmen medyaya ak sayfa açmış; şimdi vergi kıskacına aldığı MEME-medya ile emziklenerek büyümüş; YÖK ve RTÜK yasalarını değiştirmemiş; Siyasi Partiler ve Dernekler yasalarına, özgürlükçülük açısından elini bile sürmemiş; Dubrovnik’ten tanışım olan Solidarnoş’un teorisyeni Andrew Arota’lara, Levent Köker vasıtasıyla Anayasa beğendirmeye çalışmış biri olarak, siyaset sahnesinde var olmayı yeğlemiştir.

Bugün ise, IMF ile anlaşma imzalamaktan imtina etmesini bir seçim manevrası olarak kullanıyor olabilir.

Ancak, İstanbul oligarklarına taviz vermeden, IMF ile anlaşmayı bir kenara atarak da Türkiye’yi düzlüğe çıkartması olasıdır. Yapacağı bir iki ufak değişikliği sıralayayım:

YÖK yasasını lav edecek ve her üniversiteye ayrı yasa dönemi başlatacaktır.

Siyasi partiler ve dernekleşme konusundaki yasaları tümden değiştirerek, ülkeyi demokratik örgütlenme cenneti haline getirecektir. Bunu yapmazsa Ergenekon gibi darb-ı mesellere yol açar ve çıkmaz yola girer.

RTÜK yasasının, telekomünikasyonu da içine alacak şekilde değiştirerek, daha kapsamlı bir teknolojik atılım yasası haline getirecek ve medyanın televizyon tarafına çeki düzen verecektir.

Bundan sonra da, yenilenen seçimlerden sonra Anayasa’nın ilk dört maddesi dışındaki tüm maddelerini değiştirerek, ülkeye, bu ahir ömründe hizmet etmiş olacaktır.

Keriz krizinde, İstanbul oligark sermayesine ve medyatörlerine kriz yardımı sunmaması bir başlangıçtır.

Gerisi ise yukarıda sıraladığım gibi, belli aşamalarla taçlanırsa, ülke ile birlikte kendisi de selamete erebilir. Eski günlere dönebilir. Uluslararası ilişkiler boş bir hoş sedadır. Fazla cazibesine kapılmamak elzemdir.

Heyhat, geçmiş yedi yıl, bu beklentilerimin boş olduğunu söylüyor bana. Bakalım bu kez yanılacak mıyım?

MEME’nin vergi kıskacı ile özgürlükler gidiyor diye varak’laması, beni eski anılarıma yöneltti. Daha önce yazmıştım, http://www.sodev.org.tr/sdtarihi/biyografi/aydin_guven_gurkan/veysel_batmaz.htm linkinde de var, kitaplarımda da (Medya Türkiye'ye Düşman Yetiştiriyor, Salyangoz Yay., 2008, s: 75-76):

“Annenberg İletişim Okulu, sağcı-Cumhuriyetçi bir patronun tüm parasal desteklemeleri ile, solcu-Demokrat bir iletişimbilimci Dekanın yarattığı efsanelerden biri haline geldi ve medya dünyasına sadece ampirik bulgular kazandıran ve politika uygulamalarına zorlayan bir bilim yuvası olarak değil ama tüm dünyadaki medya ve iletişim akademisine uzman ve sağlam mezunlar yetiştirdi. Şaşalı binası, modern mefruşatı ve her türlü bilimsel araştırma için donanımlı atölye, kütüphane ve bilgisayar sistemleri ile Annenberg şaşırtıcı ama bedava bir Lisansüstü öğretim kurumuydu. Gerbner zamanında, Lisans derecesi vermiyordu. Öğrencilerin hepsi Sir Walter Annenberg bursu alıyorlardı. Bu burs, hem aylık bin dolara yakın bir harçlık bursuydu, hem de yıllık 25 bin dolara yakın bir okul bursuydu. Ben sadece okul bursundan yararlandım çünkü harçlık bursumu Fulbright karşılamıştı. Okulun öğrenci nüfusu 100 kadardı. Her yıl 35 kişi kabul ediliyordu ve bu öğrencilerin sadece 10-15’i mezun oluyordu. Zor ve yıpratıcı bir okuldu ve iletişim ile ilgili her şey öğretiliyordu; Popper’den Marx’a kadar herkes; feminizmden komünistliğe kadar her yol mübahtı. Okulun iki numaralı hocası Larry Gross, daha sonradan Amerikan Gay Derneği’nin başkanı oldu. Öğrencileri de radikal öğretilerden yararlanıyorlardı ama hiç kimsenin ifade özgürlüğüne karışılmıyordu. Okulun radikal feminist hocası Carolyn Marvin bir gün okul bahçesinde savaşa karşı bir gösteride Amerikan bayrağı yakmıştı. Amerikan Kongresi’nde ifadeye çağrılan Marvin, feminizme ve gay’liğe karşı olan ve 1945’de, Yugoslavya sınırında, Amerikan ordusu adına Faşist Macar Başbakanı’nı tutuklamış bir asker olan Dekan Gerbner tarafından ödüllendirilmişti. Yine, radikal bir öğrencinin okuldaki en merkezi koridorunda bulunan çalışma odasının kapısında, okulun kurucusu ve hamisi olan Sir Walter Annenberg’in, Chicago’nun medya mafyasına mensup babası Moses Annenberg’in, vergi kaçakçılığı suçundan iki FBI ajanının kolları arasında kelepçeli olarak hapse götürülürken çekilmiş bir fotoğrafı yıllarca asılı kaldı. Soranlara Dekan Gerbner, “herkes ifade özgürlüğüne sahip; Walter istese de ben çıkartmam o fotoğrafı o kapıdan, asan kendi isteği ile çıkartırsa çıkartır” diyordu. Okul tam bir bilimsel cendere ama tam bir ifade serbestliği içindeydi. Bilimsel olarak kan ter içinde kalan öğrenciler; istediklerini istedikleri zaman söylüyorlar; istediklerini istedikleri zaman suçluyorlardı; istediklerini de istedikleri zaman öğreniyorlardı. 12 Eylül’ün baskısı altında 1402’lik olmaktan kıl payı kurtulmuş militan bir asistan olarak kapağı böyle bir yere atmış olmam, benim için cennetlere bedeldi.”

Şimdi de işi İngilizce’den okuyalım:

MOSES AND WALTER ANNENBEG

Walter Annenberg and his father, Moses, never captured the popular imagination a la William Randolph Hearst. And Annenberg's publications—the Daily Racing Form, TV Guide, Seventeen, the Philadelphia Inquirer--never had the cachet of the phalanx of Conde Nast's glossies. But this is a great read--both as rogue-to-riches yarn and for what it reveals about American publishing.

Working with access to family correspondence and records, Ogden tells the story of the Annenbergs from their escape from the turn-of-the-century pogroms to their rise as America's biggest living philanthropists. Moses, a poor immigrant, worked his way up as a distributor for Hearst, coming up with sales gimmicks for newspaper subscribers--like giving away spoons with their state's name on them. Branching out on his own, he acquired the Daily Racing Form and made it into the indispensable bible of trackgoers at a time when American sports was a traffecta of baseball, boxing, and playin the ponies. Today, alas, most tracks are moribund and only clear a profit because of slot machines.

Moses' idea was simple: give bettors a statistical guide to the horses--their performances, bloodlines, etc.--and specialize it for each track. By the '30s, Moses had become a big deal in American publishing, having acquired the Philadelphia Inquirer. A Republican who helped bring down the Democratic Governor in Harrisburg, Moses became a thorn in the side of FDR. In a little-known and ugly aspect of the New Deal, FDR--along with tough guys like Harold Ickes--went after Moses on tax evasion cahrges. Ogden irrefutably demonstrates that it was a political vendetta, even though Moses skirted the law. He died behind bars. Walter took over from his father. After the war, he spied the rise of a "teen" culture with disposable income. He started Seventeen, which became immensely profitable. Later, he picked up a television publication at a time when newspapers myopically ignored television and transformed it into TV Guide--still the No. 1 magazine in America.

MATTHEW COOPER, a contributing editor of The
Washington Monthly, is a deputy Washington bureau chief for Newsweek.

Christopher Ogden,
Legacy, A Biography of Walter and Moses Annenberg, Little, Brown & Co., 2008.

İşte dünyaca ünlü iletişim okulu, Annenberg’in gerisinde yatan hikaye. Bir medya patronunu vergi kaçırma suçundan hapse atmanın hiç bir ülkede basın özgürlüğünü yok ettiği söylenmemeli.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Veysel Hocam,
Nihayet Annenberg öyküsünü ayrıntılarıyla yazdın. Ama vergi-özgürlükle ilgili yorumuna katılmıyorum... Her neyse... Asıl ilginç olanı Bugün'le giderek daha da yakınlaşman! AA1 ne der bu işe bilemem, ama hayat böyle... Öteki bloglarında yorum seçeneğini kaldırarak özgürlük kısıtlamasına girmen de bir hoş oldu doğrusu!!! Ama işte burada özgürlüğümü kullanıyor ve seni eleştiriyorum... "Zaman" kesmedi, şimdi de AA1'in gazetesini referans alarak ilerliyorsun... Haydi hayırlısı... Non-western'i dört göz bekliyoruz! Saygılar. Ü.A.

Medyapoliten dedi ki...

Ü.A.'ya:

MEME bir bütündür; parçalanamaz....

Veysel Batmaz

Adsız dedi ki...

2009 blog ödüllerinde TÜRKİYE'DE SUNİ GÜNDEME" dur diyen turkiyemingundemi.blogspot.com'a oy verin. Oy vermek için 1 NİSAN - 26 NİSAN 2009 tarihleri arasında www.2009blogodulleri.com/kategori/2 'e sitesine girerek HABER - GÜNDEM kategorisinde turkiyemingundemi.blogspot.com'a oylarınızla destekleyin.

Adsız dedi ki...

Merhabalar hocam. Ben Zübeyir Ayaz. Blogunuzu geçenlerde internette gezinirken fark ettim. Blogunuzu çok beğendim. Aynı fikirleri paylaştığımızı da samimiyetimle belirtmek isterim.

Hocam benim irtibat tel:0539 434 35 74

Görüşmek dileklerimle

Medyapoliten dedi ki...

Zamanı geldi, Hak ve Eşitlik Partisi iktidara geliyor...