20 Aralık 2007

Özdemir İnce’ye açık mektup:

Fransız sosuyla bulamaçladığınız köşeci yazılarınızı MEME’nin Internet sayfalarından zaman zaman okuyorum. Çoğu hedefsiz ve alt yapısız sloganlarla bezenmiş, laf olsun köşe dolsun kabili şeyler. Bazıları mantıklı, bazıları mantıksız. Mantığın sosyal ilişkilerde olmadığı durumların hesaba katılmadığı yazılar, çoğunlukla. Aslında zaman zaman da hoşlanıyorum, o yazılardan, çünkü polemik severim. Internet’ten yüklenen bilgi parçacıkları ve herkesin bulabildiği referans kitaplarını kurcalamanın ötesine geçmenin, sizin gibi edebiyatçı formasyonu olan biri için ne kadar zor olduğunu da biliyorum. Ben aşağıda, kendimle ilgili bir konuda kulağınızı çekmek istiyorum. YÖK Başkanının “üniversitede yasaklar kalkacak” sözünü bağladığınız bağlamın, en azından yazınızda yer aldığı kadarıyla, bağlanacak bir ipi de, sapı da yok. Yani, ipe sapa gelmez yorumlamanızın bugünkü “ceberut” rektörlere neler katabileceğini bile bilmediğinizin yanısıra, 2547 sayılı yasadan da bihaber olmuşluğunuza ek olarak üniversitedeki disiplin yönetmeliğinden de haberiniz yok.

İlkönce, “ceberut” sözcüğünün “aşırı kibir ve Allah’a giden yolun 3. aşaması” demek olduğunu belirterek başlıyorum. Nereden çıktı bu demeyin: Sözünü andığınız, üniversite içindeki yasaklar nedeniyle, zersizzavat birinin başvurusu üzerine, ceberut’u, yaygın olmuş galatıyla (bazısı “mecaz” der) karıştırıp, “ceberut yönetim” tamlamasını bir yazımda kullanmam nedeniyle ceza verilmiş bir öğretim üyesi olmamdan yola çıkarak, rektörlere hakaret etmek gibi bir niyetimin olmadığını söylemek zorunluluğundan çıktı. Siz, Allah’tan, “despot”luğa vurmuşsunuz işi, öyle ya, frankofonsunuz, ne de olsa. Yani sizin deyiminizle “despot yöneticilerin,” sadece İslam’da yok bunlar, 12 Eylülcü cici laikçi Atatürkçülerde de var, bugüne kadar, yazınızda saydığınız ve ne kadar da doğal diye karşıladığınız yasaklar nedeniyle, 25 yıldır akademik hayatın neredeyse tamamının yok olduğunu bilmem biliyor musunuz? YÖK’te çetelesi tutuluyorsa, “kalkamayacağını” söylemek basiretsizliğini gösterdiğiniz, sadece bu yazınızda saydığınız bu yasakların, ideolojik ve bilimsel olarak karşı çıkılan her öğretim elamanına uygulanan bir cezalar silsilesi olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Yukarıda saydığım mevzuatı bilseydiniz ve her gün “çiş yapar gibi yazı yazmak” zorunda olmasaydınız, belki bu yazıyı da yazmazdınız.
Şimdi gelelim altta tamamını verdiğim, yazınıza sığdırabildiğiniz ve üniversite içinde “kalkamayacağını” söylediğiniz yasaklara. Tek tek görelim, bakalım “kaldırılabilirler” miymiş?:

“"İzinsiz göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terk etmek yasak."” demişsiniz. Üzüldüğümü belirtmek isterim ki, mevzuatta böyle bir yasak yok. Kim size bu yasağı hatırlatmışsa, yanlış yapmış. Çünkü, bir çok yargı kararında, akademik mesainin zamanının ve yerinin olamayacağı biçiminde yorumlanacak hükümler var. Bu nedenle, göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terk etmek gibi şeyler zaten söz konusu değil. Tıpçılar nedeniyle yanlış yorumlanan ve tüm üniversiteye yanlış uygulanan “akademik tam gün” ilkesine girmeyeceğim, dilerseniz başka bir mektup yazarım o konuda. Ancak sizin yazdığınız bağlamda şu yasaklar var:

YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETİCİ, ÖĞRETİM ELEMANI VE MEMURLARI DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ
Görevinden Çekilmiş Sayma:
Madde 10 - Görevinden çekilmiş sayma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır.
a - Kamu yararına olan dernekler dışında, Rektörün yazılı izni olmadan, herhangi bir derneğe üye olmak,
b - İzinsiz veya geçerli bir mazereti olmaksızın tayin edildiği göreve 15 gün içinde başlamamak,
c - İzinsiz veya kurumca kabul edilen mazereti olmaksızın görevi kesintisiz 10 gün terk etmek, kısmi statüde bulunanlar için ise kesintisiz 40 saat veya daha fazla göreve devamsızlık göstermek,
d - Üyesi bulunduğu kurul toplantılarına izinsiz ve özürsüz ard arda iki defa veya bir yıl içerisinde toplam üç defa katılmamak.

Güzel değil mi? Aslında biraz araştırırsanız, bu hükmün bile hukuksuz ve kanunsuz olduğunu görebilirsiniz, şöyle ki, 657 sayılı Yasada (m.94), mezkur “görevden çekilmiş sayılma” işlemi bir de facto durum olarak tanımlanıyor ve suç ve ceza tanımı dışında hükmediliyor. Yani, “cezaların kanuniliği” ilkesini, YÖK, mezkur yönetmeliği hazırlarken çiğnemiş durumda. Ne zaman mı, 1982 yılında. Neyse ve özetle, akademik personelin mesai zamanının ve yerinin bulunmadığı ve “çalışma” ve “görev” denilen kavramların, bu nitelikteki çalışanlara, ders (klinik ve lab. dahil) vermek, danışmanlık yapmak, idari görevler almak dışında uygulanamayacağını yargı organları karar altına alıyor. Ancak, sizin deyişinizle “despot,” benim deyişimle “ceberut” yöneticiler de aynen sizin yazdığınız gibi bir yasağın üniversitede bulunduğunu zannederek, cezalar veriyor. Kime mi, bilimsel olarak aykırı olan ve ideolojik olarak onaylamadıkları kişilere. “Görev” mahallini terk etmek denilen suçun işlenebilmesi için yukarıda saydığım üç koşuldan birinin, (ders, danışmanlık, idari görev) yapılıyorken olması gerekiyor. “Kalkamayacağını” söylediğiniz yasağın olmamasına karşın, sizin belirttiğiniz şekliyle cezası olabiliyor. Bu da, herhalde bir YÖK Başkanının “kaldırması” gereken bir durum. Değil mi? Yukarıdaki Disiplin Yönetmeliğinin Madde 10/a fıkrasını dikkatinize bile getirmiyorum. Bir daha okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.
Gelelim ikinci “kalkamayacağını” söylediğiniz yasağa: “"Amire karşı saygısız davranmak yasak." Bu yasak mı kaldırılacak?” buyurmuşsunuz. Ne güzel. Bir akademik personelin “amirinin” olamayacağını, sadece “disiplin amirinin” bulunduğunu bilmiyorsunuz. Bu iki kavram kamu hukukunda karıştırılıyor olsa da, hukuk ilkeleri açısında çok farklı kavramlar. Rektörün yaptıkları dahil, üniversitedeki idari fonksiyonların akademik hayata yansıyanların tamamı için, sadece koordinasyon denilen ve emir vermekle ilişkisi bulunmayan bir yetki söz konusu. 2547 sayılı Yasaya göre, üniversitede, “amir” denilebilecek tek kişi var, o da rektör (m.13). Diğer idarecilerin hepsi, sadece, “disiplin amiri,” bazıları ise, “amir” olmak bir yana, “kurul kararlarını uygulamakta zorunlu” olan “koordinatör temsilciler”, mesela, dekanlar (m.16). Bölüm başkanları ise, disiplin amirleri değil ama amirlik niteliği olmayan idareciler (m.21). Bu nedenlerle, bir öğretim elemanının, yazdığınız anlamda saygısız davranabileceği tek kişi var üniversitede, o da, rektör. Ancak, sizin gibi “despot” kişilerden oluşan bir idareciler grubunun tassalutu altında olabilen üniversitelerde, eksik yazdığınız suç tanımının doğrusu olan (m.6/c -) “Görev sırasında amire hal ve hareketi ile saygısız davranmak” gibi bir suçun, rektör dışında başka kişilere de yapılabileceği düşünülüyor. Bu maddede “söz ile” ibaresinin olmaması da ayrıca hukuksal olarak tartışma konusu. Bu nedenle, bu öznesi ve nesnesi olmayan suçtan ben dahil, ceza alan bir çok suçsuz kişi var üniversitelerde ve bu cezalar İdare Mahkemeleri tarafından iptal ediliyor. Sadece zaman ve emek israfı. Bir YÖK Başkanının, doğru uygulanması imkansız olduğundan, bu yasağı da kaldırması gerekmez mi? Ayrıca, siz edebiyatçısınız, okuduğunuz anlarsınız umarım. Ne diyor üniversitedeki disiplin yönetmeliğinin başlığı, bir daha okuyalım: YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETİCİ, ÖĞRETİM ELEMANI VE MEMURLARI DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ. Bu ne demek? Bu şu demek; elimizde, yasaya aykırı bir yönetmelik var. Neden mi? Basit: Birbiriyle hukuksal olarak aynı nitelikte olmayan üç “çalışan” türüne üniversitede aynı suç/cezalar uygulanıyor. “Yöneticiler,” 2547, 2914 ve yer yer 657’ye tabiler. “Öğretim Elemanları,” sadece 2547 ve 2914’e tabiler, bir de devlet memurluğu ile ilgili genel esaslara. Vakıf üniversitelerindekilerin de durumu ayrı. Onlar SSK’ya bağlı, sözleşmeli personel. Çalışma kanunlarına tabiler. “Memurlar” olarak adlandırılanlar ise sadece 657’ye tabiler. Şimdi anladınız mı, kalkması gereken yasaklar neler? Anladınız mı, üniversitede “amirine saygısız davranması yasaklanan” kimler? Ama uygulama tersine. Bir öğretim elemanı, olmayan amirine değil, yapsa yapsa, üniversitede bulunan öğrenci dahil, herkese saygısızlık yapabilir ve bunun ceza mercii, adli yargı ve mahkemelerdir. Üniversitenin içindeki, meslek arkadaşlarından kurulmuş ve rektörün, sizin deyimizle “despotluğuna” tabi soruşturma komisyonları değil.
Son olarak, kaldırılmasını salık vermediğiniz üçüncü yasağınıza değineyim: “"Borçlarını ödemeyerek hakkında yasal yollara başvurulmasına neden olmak yasak." Bu yasak da kaldırılacak mı?” demişsiniz ama yine eksik demişsiniz. Tümü şu: “m. 6/k - Borçlarını kasden ödemeyerek hakkında yasal yollara başvurulmasına neden olmak.” Bilmem biliyor musunuz, yönetmelikte yer alan ama sizin yazınızda yazmadığınız “kastîlik” unsuru ceza hukukunun en temel suç unsurudur. Suç olan bir fiilde kastîlik unsuru bulunmuyorsa, bazı durumlarda bu suç olmaktan çıkar. Kabahat olur. Adam öldürmenin bile kastî olanı ile olmayanı arasında ceza derecesi açısından fark vardır. Kastîlik unsurunu saptamak zordur ve hukuk bilgisinin yanısıra yargıçlık tecrübesi gerektirir. Mezkur fiilin suç olduğuna karar verecek olan da, hukuk bilgisi olsa da, yargıçlık yapmamış meslek arkadaşlarından oluşan “idari soruşturma komisyonları” olamaz. Bir de, bu, sizin yasak dediğiniz, suçun, fiil olarak İdareye intikali de ilginç bir zamansallığa sahiptir. Memur, böyle bir suçu ancak bir yargı kararının kesinliğinden sonra işleyebilir. “Yasal yollara başvurulmuş” olması suçu sübuta erdirmez.Yani, suç fiili “yasal yollara başvurulmuş olması” olamaz, “borcun kastî olarak ödenmemiş” olması olabilir. Bu da kesin yargı kararı gerektirir. “Kaldırılamayacağını” söylediğiniz suç tanımı kadüktür; bu suçun idarî soruşturması bile yapılamaz. Fakat asıl ilginçlik de şudur, eğer söz konusu suç nedeniyle (kasten borç ödememe) verilen yargı kararında, “kamu haklarından kısıtlanma” veya “memurluk görevinden el çektirme” gibi bir hüküm bulunmadığı zaman, kendine intikalden sonra üniversiteki soruşturma komisyonu nasıl bir karar verecektir? Doğalı, “kınama” cezası gerektiren bu suçun idari cezasında, yargı kararındaki ceza ile yetinmektir. Dolayısıyla idari olarak gereksiz bir soruşturma ve ceza söz konusudur. Bir suça iki ceza verilemez.
Görüldüğü gibi, Sayın İnce, üniversiteki öğretim elemanlarına uygulanagelen yasakların tümü, sizin yazınızda yer verdiğiniz üçü de dahil, kalkmalıdır. Hangisine bakarsanız bakın, ipe sapa gelmez ve akademik ve bilimsel özgürlüğe ve haklara (hukuk, hakkın çoğuludur, biliyorsunuz) aykırı, yasak ve suç-ceza tanımlarıdır onlar. Üniversitede yönetici değilseniz ve üniversitede 657’ye tabi memur olarak çalışmıyorsanız, sizin işlediğiniz bir suçun cezasının verildiği yer, bu suç ne olursa olsun, üniversite dışındaki yargı olmalıdır. Öğretim elemanının, ataması dışında, amiri veya disiplin amirliği yetkisi ile hiç kimse donatılmamalıdır. Türkiye’de bağımsız ve adil yargı vardır. Bu durumda, memurlara verilmiş “kısmî yargılanma dokunulmazlığı” öğretim elemanları için kaldırılır, olur biter. Kaos mu olur diyorsunuz; akademik hayat zaten kaotik olmalıdır.
Türban yasağı ise başka bir konu.
Yukarıdakilerle karıştırmayın.
YÖK Başkanını illâ da suçlamak için, birbirinden farklı hukuksal, akademik ve sosyal statülerde bulunan üniversite üyelerini (öğrencileri, yöneticileri, memurları, öğretim elemanlarını) aynı kaba, ya da aynı köşeci yazısına koymayın. Ama koyarsanız da koyun. Bana ne !
Prof. Dr. Veysel Batmaz, 18.12.2007

Özdemir İNCE
“Yeni YÖK Başkanı ile tanışma” Hürriyet Varakı, 16.12.2007Özdemir İnce'nin yazısı için lütfen tıklayın: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7876325&yazarid=72

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu (MM) medyanın düzelmesi için "eğitim" şart hocam. Türban yasağı konusuna gelince ülkemizde yasak olan her şey popüler olur nedense. İnsanlar, yasakları çiğnemeyi çok severler. Eğer ÜNİVERSİTELERDE türban girişi serbest bırakıLIrsa bence türbanlı kızlarımızın sayılarında azalma olacaktır. SAYGILARIMLA

Adsız dedi ki...

yeni yazılarınızı bekliyoruz hocam...

Adsız dedi ki...

Hocam bir ses verin. Nasılsınız? iyi misiniz?

Adsız dedi ki...

Veysel hoca siz bizim herşeyimizsin. Hocam, bize küstünüz mü? Yazılarınıza neden ara verdiniz?

Adsız dedi ki...

medyapolitende iz sürmek hem kahramanlıktır hemde ölümüne bir yalnızlık...