14 Ocak 2007

KIBRIS'I VERELİM, MUSUL'U ALALIM

Dışişleri Bakanı, eski ve yenilenecek Başbakan Abdullah Gül, 13 Ocak 2007'de şunları ifade eyliyor: "Musul ve Kerkük'te mezhep çatılması etnik çatışmaya dönebilir. Bölge'deki (sanki BM temsilcisi Mübarek, herhangi bir bölgeden bahsediyor, "bölgemiz" diyemiyor) Sünni-Şii-a çatışması, Batı/Doğu çatışması yaşanırken, bir de Doğu içinde ayrı bir çatışmaya dönüşebilir."

2007 Mayıs'ında, Başbakanlığa ısınan bir kişinin "bölge'deki" olaya bu kadar Fransız kalması, Türklüğünün ne olduğunun, üstsel olarak algılamaması/anlamamasından kesinlikle kaynaklanmamıştır. Kılavuzu Çelik-Davutoğlu olanın burnu Musul'dan kurtulmaz. Mezhebin etnisiteye dönüşmesinin Doğu/Batı ikilemini üstbelirlenimsel olarak, içsel bir çatışmaya, antogonist mi yoksa protogonist mi sorusuna içsel teğeti işte böyle postmodernist oryantal olarak sunulabilir. Biraz dalga geçer gibi oldu ama ne demek istemiştir Gül? Bilmediğimiz bir "paradigmanın" epistemolojik kopması ile mi konuşmaktadır? Yeni, MIT paradigması mı bu? Yoksa Chicago Okulu'nunki mi?

Bu saçmalıklar içinde ve 2007 hercümercine boğazımıza kadar batmışken, 8 Şubat 2003'te, yani, tam üç yıl önceki bir ikâz yazımı, "bu da Gül'e ders olsun" diye, aşağıya alıyorum. Bu yazı, DERİN DİL TARİH COĞRAFYA: Kıbrıs'ı Verelim, Musul'u Alalım adlı yakında Salyangoz Yayınlarında çıkacak kitabımda daha ayrıntılı ve bağlamlı olarak yer alacak.

Kıbrıs’ı verelim, Musul-Kerkük’ü alalım

Fethi Bey: “Etnografya noktai nazarından bakılacak olursa, Musul ahalisinin yüzde sekseni Kürt ve Türklerden ibarettir. Bu sebeple bu vilayet ahalisi [Osmanlı’nın Musul vilayeti 34. enlemin kuzeyindeki şu an Irak toprakları olan bölgenin tümü], Araplarla meskûn Irak ile, bu cihetle de kat’î surette ilgili değildir. Ayrıca, Ansiklopedi Britanik de Irak’ın coğrafi hududunun 34üncü arz derecesinden Basra Körfezi’ne ve Suriye çölünden İran dağlarına kadar uzar diye göstermektedir. Ben bu hududu da istemiyorum, istediğim hudut bu hudutun hayli kuzeyindedir.”
Sir Pearcy Cocks: “Maksadımızın Türkiye ile Irak arasındaki hudutun tahdidi olduğu kabul edilmekle birlikte, Lozan’da yapılan müzakerelerde Musul’un Irak’a ait olmadığı hakkındaki iddianın doğru olmadığı bir hakikattir. İngiltere hükümetinin teklifinin (Osmanlı’nın) Bağdat vilayetinin kuzey hududunu istemekten ibaret bulunduğunu ifade ederim.”

****

19 Mayıs 1924’de Kasımpaşa’daki eski Bahriye Nezareti binasında, Lozan Antlaşmasının askıda bıraktığı Musul sorununu tartışmak üzere toplanan Cumhuriyet hükümeti ile İngiliz hükümeti temsilcilerinin ileri sürdükleri temel argümanlar bunlardı.
Tabii, büyük bir ihtimalle, Kasımpaşa’lı Tayyip Erdoğan’ın, bu argümanlardan pek bir haberi yoktur.
Bizim Devletin de, konunun oluş biçimi ile ilgili dokümanter bilgiye sahip olsa da, perspektife sahip olmadığı, Başbakan’ın demeçlerinden anlaşılmaktadır. İngiliz’lerin Musul Vilayeti ile ilgili hiç bir argümanı yoktu. Sadece gücü vardı. Türkiye ise sağlam bir argümanla ortaya çıkmış olmasına rağmen güçüzdü. Bu nedenlerle, Musul, misakı milli olarak addedilen (bir kaç defa resmi olarak değiştirilmiş bulunan) yeni Cumhuriyet toprakları arasında anılmasına rağmen, Irak’a devredilmişti. Ama, Mahkeme kararı ile zorunlu ve zor olarak.
Bu devir biçimi, o zamanki Türkiye’nin argümanları kadar, bugünkü Türkiye’ye koz verecek nitelikte ve sağlamlıktadır.
Irak ile Türkiye hududunun tespiti, Akvam Cemiyet’ine havale edilmiş, İngiliz manevraları ile, Türkiye’nin henüz üye olmadığı bu Cemiyet’in bir mahkemesi olan Lahey Adalet Divanı tarafından sürüncemede bırakılarak, bir hakem heyeti tarafından çizilen bir muahede ile saptanmıştır. Durum bu kadar basittir. Türkiye Cumhuriyeti, 5 Haziran 1926’da Ankara’da, Türkiye, İngiltere ve Irak temsilcilerinin katıldığı bir tartışma konferansında Musul’u bir mahkeme süreci sonucunda Irak’a verilmesini kabul etmiş ve Ankara Muahedesini imzalamıştır.
Muahede bilindiği gibi bir anlaşma şeklidir ama şekil olarak adil olmaya dayanan; adalete ve bir hakem heyetinin veya mahkeme kararının temel olduğu bir süreçte yapılan bir anlaşmadır. Güce ve subjektif adalete dayanan her mahkeme kararı gibi, taraflardan biri bu anlaşmadan memnun kalmaz. Her mahkeme kararı gibi muahede türü sözleşmeler, temyiz edilebilirler, yeni kanıt ve durum ortaya çıktıkça tartışılabilirler ve tabii ki değiştirilebilirler. 1926’da, Cumhuriyet gazeteleri şöyle yazdılar: “Her halde Musul’un hazin talihini tespit eden son muahede, hislerimizi, emellerimizi tatmin edecek mahiyette değildir.”
Özetle, bundan seksen yıl önce, Türkiye-Irak hududu, hele orada bir Kürt Devleti olasılığı durumunda, etnografik ve coğrafi argümanlarla ve yeni oluşumlarla oluşacak yeni durumlarla kolayca değiştirilebilecek bir yapıda belirlenmiştir.
Bu sınır (ve diğer bir kaç sınır), Türkiye Cumhuriyeti’nin rıza göstererek yaptığı bir Lozan anlaşması gibi bir anlaşma ile çizilmiş değildir.
Bu nedenle, Türkiye açısından savunulabilecek ve savunulagelen, “Irak’ın toprak bütünlüğü” gibi bir olgu tarihsel olarak yoktur. Olması, Mustafa Kemal’e ihanettir. Bu “toprak bütünlüğü” de, bir mahkeme kararına dayanmaktadır. “Reddi hâkim” talebi hâlâ geçerlidir.

Hâl böyle olunca ve Kıbrıs konusunda artık Denktaş-TC ittifakının sonu da gözükmüşken, Türkiye’nin basiretli devletlü erkânı, tüm dünya önüne vakit geçirmeden şu formülü koymalıdır: KIBRIS sizin olsun, MUSUL-KERKÜK bizim. Ben başbakan olsam vakit geçirmeden böyle yapardım.
Bugün, 25 yıldır Kıbrıs’ın Türkiye’ye getirdiği herhangi olumlu bir durumun kanıtlarını, bana hiç bir asker, bürokrat veya bilimci gösteremez. Ama Musul ve Kerkük’te petrol vardır.
Ben bu perspektifi, “İkiz Kulelerin Külleri” başlıklı yazımda, 6 Kasım 2001’de de yazdım (Bkz: Yanlış Medyada Doğru Söylenmez, Naos Yayınları, 2004). O yazıda, Türkiye’nin Afganistan olayını kullanarak, vakit geçirmeden, Afganistan’a, Çeçenistan’a ve Kuzey Irak’a asker konuşlandırmasını, artık dünyanın yeni düzeninde, bu üç bölgede bulunmanın, Türkiye için hem tarihsel bir hak, hem de geleceğimiz açısından zaruret olduğunu vurgulamıştım (Ayrıca Bkz: http://www.haber3.com/ arşivi).
2003’de tarih beni yine haklı çıkardı. Müteşekkirim. Ordu, Kuzey Irak’da 30 bin askeri konuşlandırmaya başladı bile. Ben 100 bin istemiştim. Afganistan’da ise yeteri kadar asker var. Sıra Çeçenistan’da. Oraya da en az 50 bin göndermelidir Türkiye.
Yalçın Küçük, Türkiye’nin “artık emperyalist olduğunu” söyleyen ilk düşünürdür ve haklıdır (1990’ların başlarında). Tarihi iyi okursanız, emperyalist olan tüm ülkeler, emperyalist olmaya karar verdikleri anda küçük, zavallı ve dünyanın onları takmadığı ülkelerdir. Aynı bugünkü Türkiye gibi. Alın Amerika’yı; Wilson doktrini ile dünyaya açılmaya diplomatik olarak karar verdiğinde, Amerika tam 50 yıldır emperyalist olmaya hazırlanıyordu. O Amerika’ya Morse, geliştirdiği “telgraf teknolojisinin” patentini, Osmanlı ve başka diğer ülkeler satın almadığı için satmaya karar vermişti.
Savaş kötüdür. Keşke olmasaydı. Bağdat’taki Ayşe ölmemelidir. Ama bir de Pülümür’de bir Ayşe var. O ne olacak?
Türkiye gerekirse, Kasımpaşa’da kaptırdığı Musul’u; bir Kasımpaşa’lının liderliğinde almasını bilmelidir.

Mesnetsiz savaş karşıtlığı tarihte hep savaşları doğuruyor. Tarihte savaşlar hep oldu, hep olacak.
Az savaşlı, barışçı bir Orta Doğu için “Musul Türkiye’nin olmalıdır” diyen bir Türk devleti ne zaman olacak?

8 Şubat 2003

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hayal gücü yüksek olan adamın halüsünasyon görme riski yüksektir.

Üzüldüm vallahi...
Koca bir profesör,ben Başbakan'ın yerine olsam Kıbrıs'ı alın Musul ve Kerkük'ü verin derdim diyebiliyor(!)

Aman Yarabbi...!

Türkiye,80 yılda,insan hakları ekseninde Çok kültürlülüğü
özümsemiş demokrasiyi,devlet denetimini ciddi bir şekilde sürdürebildiği liberalizmi,Devlete karşı,ideolojik söylemlerle öne çıkan vatandaşlık anlayışını kökünden yıkıp, yerine gerçek vatandaşlık anlayışını,hukukun üstünlüğüyle,tesis edebilseydi,bugün Musulu,Kerkükü böyle çingene pazarlığıyla değil,Musul da,Kerkük'te yaşayanların desteğini kazanarak ,kendisi de elini masaya vurarak alırdı denilse.....diyeceğim ki helal olsun doğru.
Hem kıbrısın portakal bahçesinden öte değeri olmadığını,Musul-Kerkük'ün petrolü olduğunu itiraf edeceksiniz,hem de diyeceksiniz ki alın kıbrısı Musul ve Kerkükü bana verin.(!)
İsterseniz size bi kere de domalsınlar....!
Münir Kebir