13 Ocak 2007

POSTMODERNİST ORYANTAL

“Kafatasçı değiliz” demiş... “İslamiyetin verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var. Alem-i bekada ve alem-i berzahta o uhhuvet baki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar kuvvetli olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir.” (Mektubat, M. Said Özdemir Neşri, İstanbul, 1977, s: 332)
“Milliyetimizi yalnız İslamiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslamiyet nokta-i nazaraından muhakeme ediyorum.” (Mektubat, s: 303)
“Herşeyden önce Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve halis kardeşilerim Türklerden çıkmış ve İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek ve hizmet-i Kur’aniyem cihetiyle, her milleten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muhtevası olduğundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakiki ve cihanmerd bin Türk gençlerini işhad edebilirim” (Tarihçe-i Hayat, Tenvir Neşriyat, 1987, s: 220).
Şimdi gelelim sad’ede:
''Her şeyden önce bu yaklaşım tarzını çok çok çirkin buluyorum. Bu yaklaşımı gösterenler veya bu yorumu yapanlar demek ki Tayyip Erdoğan'ı hiç tanımamışlar, AK Parti'yi hiç tanımamışlar. Önce onlara, AK Parti'yi ve Tayyip Erdoğan'ı tanımalarını tavsiye ederim. Ve benim geçmişimi çok iyi incelemelerini tavsiye ederim. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın geçmişini incelememiş, irdelememiş ve bundan bu kadar uzak yorum tarzını ilk defa görüyorum. Bir defa ay ve yıldızlı bayrağımla ilgili kimseyle kendimi mukayese etmem. Benim ta imam hatip çağlarımdan itibaren şiir ve kompozisyon yarışmalarına varıncaya kadar, aldığım terbiyeye varıncaya kadar, aldığım edebi 'edebiyatın edebisinden bahsediyorum' terbiyeye varıncaya kadar, burada [kalbini göstererek] öncelikli bayrak yatar, vatan yatar. Bunu bir defa bilmelerini isterim. Araştırılırsa bunu görürler. Bunu okullardaki arkadaşlarıma sorarlarsa öğrenmeleri mümkündür. Bunun asla bir istismar yanı yoktur.''
''Bayrak konusunu ifade ettiğim zaman istismar edilir endişesini de taşıyorum. Kaldı ki böyle bir bayramda bunu bayrağımızla bütünleştirmek suretiyle özellikle AK Parti olarak bu dönemde bir şey başlattık. Bütün belediyelerimizde, öncelikli AK Partili belediyelerde olmak üzere aldığımız kararlar, 'şehirlerin yüksek yerlerine bayraklarımızı ışıklandırarak dikeceksiniz' dedik. Bu çalışmalar büyükşehirlerde sürüyor. Artarak devam ediyor ve edecek. Niye? Çünkü bayrağı olmayanın vatanı olmaz. Vatanı olmayanın da zaten hiçbir şeyi olmaz. Bunlar et ve tırnak gibi bir bütündür. Her zaman söylüyorum; 'Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.' Kimse bizimle bu konuda böyle bir yarışa girmesin. Biz kafatası milliyetçisi değiliz ve kafatası milliyetçiliği yapanlarla hiçbir zaman bir ve beraber olmadık. Ama bayrak ve vatan konusunda milliyetçilik yapanlarla bir ve beraber oluruz. Farklı siyasi parti de olabilir, önemli değil. Yeter ki mücadelemiz bayrağımız ve vatanımız için olsun. Yeter ki bayrağımız her zaman aynı şekilde dalgalansın. Ve vatanımız bölünmesin, parçalanmasın...'' (Kaynak: http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=192696 )
Şimdi düzeltelim; prompter’sız olmuyor; danışmanlıktan nefret eden Genel Başkan yardımcıları ile olmayacak:
Türk bayrağında “ay ve yıldız” yoktur. “Ay-yıldız” vardır. İkisi ayrılmaz bir simgedir. Ay başka bir simge; yıldız başkadır. Yıldız Yahudidir. Ay ise eski Türk. Birleşince başkadır; Türkiye Cumhuriyeti olur. Bu sebeb-ü-i hikmet ile, Türk bayrağından bahseden “herkes”, ağzına alışkanlık, “ay-yıldız” olarak konuşur, kullanır. (Bu gibi olaylar, “gütme” hayatımızda—siyaset, seyis, at binme ve inme hayatımızda, at güdülür bizde; arada, bilmeyeniyle de, düşülür; polis, çokluk kararı yoktur; bilmeyenle de, nerede çokluk orda bokluktur.—lapsüs bizdeki “seyisatte” çok vardır: Tansu Çiller de “Bosna ve Hersek” derdi, Erhan Göksel’in de düzeltene kadar göbeği çatlardı. Bilirsiniz, Ondaki göbek de biraz zor çatlar... ama Tansu ile kimin çatlamaz, Mümtaz’er hoca daha iyi bilir.)
“İmam-Hatip çağları” denmez; yılları, günleri denir ya da dönemi. Çağ yüzyılı veya daha fazla yılı kapsayan bir zaman dilimidir. İmam Hatipli “çağlara” doğru bir gidişin, istençsiz semiolojik ifadesi değilse, bu ifade nedir?
“Bayrak konusunu ifade ettiğim zaman istismar edilir endişesini de taşıyorum” ne demektir? Bir Türk Başbakanı’nın eşi için, “Arap asıllı” yerine, “Araptır” demesi kadar postmodernist bir durum mudur? Bayraktan bahsetmenin istismar edilecek tek yanı, Mektubat ve Tarihçe-i Hayat alıntılarıdır.
“'Şehirlerin yüksek yerlerine bayraklarımızı ışıklandırarak dikeceksiniz'” emrindeki nurlu ifadeyi fark ediyor musunuz? Hiç bir şey tesadüfi değildir, bu alemde, Medresetüz Zehra, hele lapsüs olursa.
Alıntılara devam:
“Hulefa-ı Raşidin her biri hem halife, hem de reisicumhur idi. Sıddık-ı Ekber (R.A), Aşere-i Mübeşşere’ye ve sahbe-i kiram’a reisi cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-ı dindar cumhuriyetin reisleridirler.” (Tarihçe-i Hayat, Tenvir Neşriyat, 1987, s: 332) “Dindar bir cumhuriyetçi olduğum elinizdeki Tarihçe-i Hayat ispat eder.” (s: 332; alıntıların tümünü aktaran: İhsan Işık, Bediüzzaman Said Nursî ve Nurculuk, Beyan Yay., 4. Baskı, 1995.)
Bu çerçevenin kuramı ise basit:
Edward Said, ( إدوارد وادي سعيد‎ : Edward Wādi Sa‘id; Ömer Şerif’in liseden arkadaşı), Bediüzzaman Nurslu Said’in, oryantal-postmodernist devamıdır. Aralarındaki bağ, Renancı Cemallettin Afganî’dir. 70 yıllık “şiir” müsameresinin son perdesidir, bu. “Şiir ve kompozisyon yarışmalarından” beri... değişen bir şey yoktur. 6 Aralık’ta, işte bu, “ay ve yıldızlı” bayraklar için toplanmıştır Edward Said’i anma günü İstanbul Büyükşehir-i Belediyesi tarafından, Cemal Raşidin Rey’de, başı örtülüler, sol liberalistler ile... Mustafa Kemalci Yeni Delhili Derridacı Spivak ile. Mahmut Mutman, Fuat Keyman, ilh...
Tayyip Erdoğan, kendisi farkında değildir, her ikisinin (veya dördünün, veya daha çoklarının) praxis halinde müşahhaslaşmış ayinesi; (sin’siz) ihlas sureti olarak ortaya çıkar. Tam bir dekonstrüktivist. Farkında olamayacaktır.
Oryantal postmodernizmin iki diğer yerli kuvvası, Profesör Şerif Mardin ve AKP’nin medyadan sorumlu Başkan Yardımcısı postmodernist Edibe Sözen’in amcası, CHP milletvekili Nurettin Sözen’in kadim dostu ve belediye danışmanı, okutman, sosyodemokratopostmodernooryantalist Hilmi Yavuz’dur. Bu konuları biraz daha az okumuşu da, el hâk bileni, Profesör humanist Murat Belge. Bu arada, Mümtaz’er Türköne; Mim Kame-al Öke gibi akademisyen tilmizler de mevcuttur. Bir yığın da yenileri var.
İşin özü, Edward Said ile Cemalletin Afganî ve Nurslu Said’in pratiği Tayyip Erdoğan’dır. Teoriği (torik ise iyi balık), Mardin, Yavuz, Belge ve Renan. Bunlar 1919-1939 arası Mustafa Kemal’e “o adam” diyenlerdir; dürülen defterlerini, Menderes’in bile cesaret edemediği halde, Kenan Evren katre katre yeniden açmıştır. 1980 ise Avrupalı Türkiye’nin, kendini yeniden oryant etmesinin hali, zem-anı, pür melâlidir.
Küçük bir alıntı daha:
“Türkiye’yi 1 Mart tezkeresi nedeniyle affedemeyen Rumsfeld, “Truman Doktrini çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan’ın yardımına koşulması kararının bu ülkeleri komünizmin elinden kurtardığını” söylemiş. Rumsfeld, 50 yıllık Soğuk Savaş’ta Sovyet blokuna karşı verilen mücadeleyle şimdi teröre karşı yürütülen savaşı karşılaştırmış ve “O zaman da şimdi de zaman zaman askerî çatışmalara sahne olan uzun ve dayanıklılık gerektiren bir mücadeleye ihtiyacımız oldu. Düşmanı yenmek için ulusal gücümüzün ‘bütün unsurlarını’ kullanmamız gerekti.” demiş… Rumsfeld’in “bütün unsurlar” ifadesinin içine nelerin girdiğini, [yukarıda gördük] Türkiye’nin komünizmin elinden kurtarılması çabalarının içinde nelerin bulunduğunu tekrar ibretle gözden geçirmek yerine, son dış politika gelişmelerinin ışığında bugüne ve önce “Orta Doğu”da Türkiye’nin rolüne bakalım. Truman ve sonrasında Sovyet tehdidine karşı kullanılıp büyük bedeller ödeyen Türkiye şimdi de radikal İslam tehdidine karşı “kalkan” rolünde. Esasen Türkiye’nin geleceğinin Batı ve Avrupa içinde olmasının hiç umursanmadığı, ama laik karakterinden yararlanılan bu rol sadece bizden kimilerinin de heves ettiği bir rol değil, sanki vadedilmiş bir “yumuşak Osmanlı” rolü... Siz “mülayim Osmanlı” da diyebilirsiniz! Mülayim, çünkü sert olsa kimilerinin hoşuna gitmeyecek… ben buna “neo-hilafet” demeyi daha uygun buluyorum… Bu arada bu rol AKP çevrelerinde öyle benimsenmiş görünüyor ki kimse kalkıp “Ne o, hilafet mi?” de demiyor! Fener Rum Patrikliğinin İsevi dünyada kabul gördüğü şekliyle ekümenik (evrensel) olduğuna ikna olmayan aynı çevreler benzer şekilde ekümenik olan İslami hilafet kurumunu dışlıyormuş gibi gözükmüyor… Orta Doğu coğrafyasındaki “neo hilafet” rolü, başka coğrafyalara kayıldığında, örneğin Balkanlardan başlayıp Kafkaslardan geçerek Çin’e uzanan Avrasya coğrafyasına gelince, “Turan” ideali çerçevesinde pan-Türkçülüğe dönüşüyor. Tabii bunun içinde ırkçı bir Türkçülükle beraber, onun kadar başat karakterli olmayan İslam kimliği de bulunuyor. Bu da çağdaş Batı / Avrupa değerlerini benimsemeyen, Türkiye’yi Batı’dan / Avrupa’dan uzakta tutan; ama yine de laik bir kimlik…” (Kaynak: http://www.asilkan.org/sabit/yazar3/parti2.htm )
İşte kurban olunacak olan bu “ay ve yıldızdır.”
Crescent and star...
Stars and stripes...
Hepsi birden oryanttır. Postmodernist oryantal.
1980’den sonraki depolitizasyon, kimin fikridir?
1986’da Demirelci Nazlı Ilacak ile Demirelci Yeni Nesil nasıl kapışmıştır?
AKP nedir; ne olmayacaktır?
İşte sorular... Hepsi postmodernist oryantal.

4 Ocak 2007

Hiç yorum yok: