HRANDT DİNK’İN ARDINDAN
“Radikal” yerel “demokrasi”nin kimlikler üzerinden ifadesi retoriğinin sonuna gelinmiş bulunuyor, Hrant Dink faili meçhul ancak melun, net ve açık bir cinayete kurban gitti.
Bu bir global kapitalizm filmidir.
Milli kimlik temelinde yapılan politikaların kin ve nefrete dönüştüğünü bir kez daha düşünmek gereklidir. Bunu en fazla Türkiye’nin solcuları bilmek durumundadır ve Hrandt Dink bir solcudur. Kimlik ve açık demokrasi üzerine yapılan temsiliyetle bu topraklar böyle daha çok cinayet görür. “Now the sentiments that Hrant Dink addressed without fear have led to his assassination. Turkey is a European country. Its Ottoman past is deeply formed by its Byzantine Christian heritage, while modern Europe has been shaped by its long arguments with the Turk. Today, as trade, tourism and migration bring the two parts of Europe together, people on both sides fear and resist the implication of their shared legacy.”
Kapitalist bir merkezin (Avrupa’nın) Türklerle olan uzun tartışmalardan doğduğunu söyleyebilmenin aymaz hafifliği, Hrandt Dink’in ve nicelerinin sonunu hazırlamıştır. Yukarıdaki İngilizce cümleyi bir kez daha okuyun: O kısa paragrafta Türklerle Avrupa karşılaştırılmakta ve Türkiye’nin Avrupalı olduğu fikri işlenmektedir. Aslında o satırların yazarı biraz mitoloji bilseydi Avrupa’nın Türkiye’li olduğunu söylemek zorunda kalacaktı. Ancak kullandığı Avrupamerkezci modern mitoloji başlangıçları ve konumları tersine çevirir. Eski Mitolojiye göre Avrupa, Zeus’un Anadolu topraklarında ırzına geçtiği üç metresinden biriydi. Yani Avrupa aslında Anadolu’ludur; Eski Yunan humanizminin yeşerdiği İonya’nın bir türevidir.
Yeni mitolojide ise, hem tarihsel hem de sınıfsal bakılmazsa, güncel ve geçmiş sorunlara, kimlikler, aidiyetler, cemaatler, medeniyetler ve hâttâ dinlerle tarih ve güncellik açıklanır ve son acıklı olur.
Sorun ne Türklük, ne Ermenilik, ne de dinselliklerdir. Sorun sınıf savaşımının, global kapitalist teknolojilerle paylaşımının, olduğundan tersi gözüken yanılsamalı tezahürüdür.
Dink’i öldürtenler, tetikçilerinin kurşunları ile Türklüğü aşağılamışlardır.
Ancak, zıttını içinde barındıran bir başka boyutta, Ermenilerin de çoğuna karşı olan Hrant Dink’in cesedi aynı zamanda Ermenileri de aşağılamıştır. İşte yukarıdaki İngilizce satırlar bunun nedenini ortaya koymaktadır. Kimlikler kimliklere karışmakta, buhar olup havaya savrulmakta, sis gözü kör ederek, herkesin görmezliğinin peçesi haline dönüşmektedir. Sis, dışsaldır. Bir şey yapılamaz. Peçe ise içseldir, kimliğin direngenliğinde dokunulamazlığa yükseltilmiştir. Peçe varsa, dokunulmazsa, görmek de mümkün değildir.
Bunun tersi de mevcut: Sınıfsal olan benlik (kimliğin tersi) kimliğin kırılmazlığı ve dokunulmazlığı ile düşüp kalkmaz. Tarihin sınıfsal gelişiminde, işçi sınıfı burjuvaziye karşı, kendinin sömürülmesinden doğan nefret duygusu ile değil; tarihsel belirlenimciliğin doğallığı ile hareket eder. Sınıfsal savaşımın çelişkisinin acı olmasının nedeni işçi sınıfının zalimliği değil; burjuvazinin zalimliğidir ve sınıfsallıkta düşman bellidir. Kimlikçiliğin, dinciliğin düşmanı ise belli değil. Evet, Hrandt Dink’i kim öldürdü sorusunun cevabı işte bu nedenle yoktur ve bulunamayacaktır.
İçinde yaşanılan global ve bölgesel koşullarda, bu cinayet, Türkiye’nin Musul Eyaletini almasından zarar görecekler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu süreçte, Orta Asyacı Türkçülerin, Türk-İslam sentezcilerinin önemli bir sorumluluğu ve dahli vardır. Habertürk’ün iki cevval enkırmenleri (en kıro men’leri değil) Gazeteci Murat Ongun ve Hukukçu Melih Meriç’in, Kerinçek’e ağzının payını vermesinin bir nedeni de budur. Oysa, aynı Avukat Kemal Kerinçsiz, Ermeni Toplantılarının üniversite Rektörlüklerince düzenlenmesindeki hukuksal yanlışlıktaki müdahilliğinde ne kadar haklıydı. Hrandt Dink’e müdahil olmalarının ise sonucunu göremeyecek kadar naif olduğunu, o iki kurt enkırmenin karşısında düşündürtmeye çalışması ise hiç de etik ve kurnazca değildi.
Bu toprakların (Anadolunun) yerine Turan’ı hedeflemenin sonucunda oluşan tarihi bir sürecin sonuçlarını hep birlikte 1939’dan bu yana yaşamış olmamızın encamının ekonomi politik ve sınıfsallıkla ilişkisini kuramayanların oldukça yoğunlaştığı bir dönemde, tek teselli, iki medyacının (Murat Ongun ve Melih Meriç), bu vatanı sevmenin densiz bir Türkçü’nün tekelinde olmadığını söyletmekten öte bir şeyin yapılamayacağıdır. Durum işte bu kadar vahimdir. O densiz Türkçü de haklıdır. Kendisine tarih başka türlü anlatılmış ve ekonomi politiğin topraksal kaynağı ona, aynı dincilere globalizmin oryantalliği nasıl zerk edildiyse, ideoloji olarak zerk edilmiştir. Mustafa Kemal’in ne yapmak istediği de, ne yapmışlığı da artık peçelenmiş, tarihe gömülmek istenmektedir. Demode ilân edilmiştir. Tarihin ironisinin dışa vurduğu gerçek ise, tarihi kimlikler savaşına indirgediğinizde, Hrandt Dink de haklıdır; Kerinçekler de... Her ikisi de “masum” kimliklerinden başka neyi savunmaktadırlar? Aradaki fark sadece koşulsaldır. Şu anda Kerinçekler, güçlüdürler ve zayıfı vurmaktadırlar. İşin geldiği nokta ise kaçınılmaz olarak şudur: “ABD'deki radikal Ermeni kuruluşlarını bünyesinde toplayan Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), gazeteci Hrant Dink'in İstanbul'da uğradığı silahlı saldırıda öldürülmesinden dolayı Türkiye'yi suçladı. Komite bu cinayeti, yeni 'soykırım' tasarısını ABD Kongresi'nden geçirme çabaları doğrultusunda kullanacağının işaretini verdi. ANCA'nin İcra Direktörü Aram Hamparian, yayımladığı kınama mesajında, cinayetin ''Dink'in 'Ermeni soykırımı' üzerine yazılarını susturmak için resmi kovuşturmaların ve milliyetçi baskıların arttığı bir dönemde meydana geldiğini'' savundu. Açıklamada, Türk hükümetinin, 90 yıl önce insanlığa karşı işlediği ilk suçuna yol açan nefret ve hoşgörüsüzlüğü sürdürdüğünün trajik bir kanıtı'' ifadeleri kullanıldı.” (Kaynak: NYT)
Olay, ortaya çıktığı gün itibariyle global Musul oyunu-olayıdır.
Dink solcuydu; solun liberal tarafında yer alıyordu. Onu doğal olarak sol-liberaller ile, liberal postmodernistoryantal dinciler savunmaktadırlar. Medyada o güzelim yüzlerinin eskimesi pahasına, dostları ardından söyledikleri sadece kendi liberal demokrasilerinin ifadeleridir. Temsilliyetleri ise “kardeşçe, insanca, dayanışmacılıkla yaşamak ne güzel olurdu” hissiyatının özleminden başka bir şey değildir. Sömürü, sınıfsal baskı ve kapitalizm artık, kimlikler arasında havaya uçmuşluğun, buhar olmuşluğun sis ve türbansal türbülanslı peçesine bürünmüştür.
Şu soru çok yanlıştır: Hrandt Dink’in öldürülmesi kimin işine yaramıştır? Açıkça, bu sorunu cevabı cevap değildir: Dink’in kendisi ve ailesinden başka herkese yaramıştır. Medyada arzı endam eden dostlarına bile yaramıştır.
Dink olaylara sınıfsal olarak bakmayan biriydi. Eğer Ermeni tehcirinin sınıfsal analizini yapmaz, “Türkler Ermenileri soykırıma uğratmıştır” derseniz, o günlerdeki somut kutuplaşmaların milli kimliklerle açıklandığında aslında bir soykırım varsa, bunun Türklerden çok, Alman, İngiliz, Fransız ve Kürtler, yani, bu kimliklerin maşaları ve egemenleri tarafından yapıldığının üstünü örtülü geçerseniz, argümanlarınız şu yaşadığımız ve Hrandt Dink’in öldürüldüğü günde sadece neo-liberal postmodernosolcu İslamcılara yarar. Onlar da, global kapitalizmin (Evangelist neoconların) kendinden emin olmayan taşaronlarına dönüşmüşlerdir. Çünkü kimlik (aidiyet, cinsel ve dinsel cemaatsellik) ve demokrasi ne kadar radikal olursa, nefret ve savaş o kadar kanlı olur. Ha Ermeni olmuş kimliğiniz, ha Türk, ne farkeder?
1912-1913 yıllarında Osmanlı’nın Dışişleri Bakanı Gabriel Noradonkiyan’dır. Devşirme falan değil, doğma büyüme Ermeni’dir. Aynı zamanda II. Meşrutiyet döneminin tamamında, Ticaret ve Bayındırlık bakanlıkları da yapmıştır.
“Avrupa’da hiçbir devlet yoktur ki sabır ve dayanıklılığı bizim kadar büyük olsun... İki ay kadar evvel silahlı (Ağustos 1912) bir grup sınırlarımızdan içeri girmiş, askerlerimizi öldürmüş, şehirlerimizden birini yağmalamıştı. Bunlar Karadağ tarafına mensuptular. Hatta mensup oldukları ülke de ‘medeniyet edasında’ bulunmaktaydı. Her yerde bu tür saldırı harb nedeni sayılır. Biz hoşgörüyü zaaf derecesine ulaştırdık. Ölenleri sessizce gömdük, halkın hiddetini yatıştırdık. İşte bizim (Osmanlının) hareket şekli... Biz yenilik yaptıkça, ıslahat girişimlerinde bulundukça, Balkanlardaki dostlar bir kat daha saldırna ve küstah bir tavır içine bürünüyorlardı. Şimdi de savaşmaktayız. Biz bu savaşı ne aradık, ne de talep ettik. Bu harp (Balkan Savaşı) hem bizim hem Avrupa’nın ve hem de özellikle Fransa’nın istememesine ya da öyle görünmesine rağmen çıkageldi. Savaşın sorumluluğunu tarih hiç bir zaman bize yükleyemez... Harbin yol açacağı bütün felaketlere, olanca matemlere karşılık medeni bir millet olarak nasıl savaşmak gerekiyorsa öyle savaşacağız.” (Bkz: Osmanlı Dışişleri Bakanı Gabriel Noradonkiyan’ın, Fransız gazeteci Stephan Lauzan’a verdiği demeç, 15 Ekim 1912; “Hastanın Başucunda Kırk Gün”, Kasım 1913; Osmanlı’nın Bozgun Yılları adıyla Seyfettin Ünlü tarafından çevrilmiştir: Beyan Yayınları, tarihsiz)
Ne kadar ironik değil mi? Tam yüz yıl önce?
Peki, 1912 ile 1915 arasında neler olmuştur?
Olanları, kimlik ve aidiyetler olarak anlatmaya kalkarsak, karşımıza Türklerle Ermeniler değil; Kürtlerle, İngilizlerle, Fransızlarla Ermeniler çıkar. Türklük tarih sahnesine mahçup olarak İT ve Yahudi Türkologlar tarafından çıkartılmıştır (Bkz: Veysel Batmaz, Türk Dili Üzerine Tezler, (C. Batmaz, Türk Dilinin Yapısı ve Yapılışı içinde) Salyangoz Yayınları, 2007 ve Yalçın Küçük, Sırlar, Salyangoz Yayınları, 2006) ancak Hamidiye Alayları’ndan bu yana, doğunun ekonomi politiği, Kürt ağaları (toprak ve hayvancılık) ile Ermeni zenginleri (toprak ve ticaret) arasındaki sınıfsal çatışmalarla belirlenmiştir.
Bugün Hrandt Dink’in savunduğu Ermeni “Soykırımı” nasıl global kapitalist bir film ise; o günkü tehcir de, emperyalist kapitalist bir filmdir (Bkz: Mustafa Kemal ve Valademir İlyiç Lenin). Dink’in filmi yönetmeni hazır, oyuncular ezberde, çekim startı için beklemektedir; Tehcir ise, trajik bir dram olarak çekilmiş bulunmaktadır.
Her siyasi faili meçhulün, sınıfsallığını konumlamadan, kimlik, cemaat, cinsiyet gibi ekonomi-politiğin çarpıtılmış somutlaşmalarına indirgenmesi, soyut etnik milliyeçiliklerin ortaya çıkmasına neden olur. Her kimliğin, her cemaatin, her cinsiyetin zengini ve fakiri vardır. Tehcirde ölenler fakirdiler; Amerikadaki diaspora zangindi. Milliyetçiliğin yükselmesi, global komparodor burjuvazinin, bazen kantarın topuzunu kaçırırcasına, ezilenlere, “ekmek yediğiniz toprak yok oluyor” hengâmesi yaratması demektir. Bunun emri her zaman global merkez bujuvazisinden gelir. Ezilen ise, bunu bir mülkiyet ilişkisi haline sadece ve sadece, “bu toprak benim” haykırışı ile dönüştürebilir. Çünkü, ezilenin, o soyut toprağın üzerinde, o soyut toprak mülkiyeti dışında başka hiçbir mülkiyeti yoktur. Milliyetçiliğin zengini, ezilenin milliyetçiliği üzerinden egemenliğini sürdürmektedir. Ol hikâya, ol kara sevda budur.
Hrandt Dink, ilişkisel dialektik açısından aynı zamanda, Türk etnik milliyetçiliğine global merkezler tarafında sıkılmış bir kurşundur da...
1915’teki tehcir sırasında Amerika’ya göçmüş Ermeni toprak sahibi yaşlı bir kadının, kendi mülkiyeti halinde varsaydığı Sivas’taki toprağında gömülmesini istemekten farklı değildir, “bu toprak benim” diyen Türk milliyetçisinin salya sümük haykırışı. Bir solcu milliyetçinin mülkiyetle olan ilişkisi dolayımıyla, bir sağcı milliyetçinin mülkiyetle olan ilişkisine lâf söylemesi ise sadece ironidir.
Aynı şekilde, Hrant Dink’in ardından ağlayan postmoderno-oryantal dinci sol liberal’lerin, Dink’in öldürülmesi gecesinde Halaskârgazi Caddesinde toplanan kalabalığın büyük bir çoğunluğunun TKP gibi “örgütlü” ve anti-globalist solculardan oluştuğunu televizyonlarda söyleyememelerinin ardında da bu tür bir ironi mevcuttur.
Bu milliyetçilikler batağı (Ermeni, Rum, Türk, Ziyonist, vd.) Türkiye için, enerji kaynaklarının ele geçirildiği ve “topraksal kadim sahiplerine” (bu da ne güzel bir ironi değil mi?) iade edildiği, Mustafa Kemalcilikle tanımlanmış, 1919-1939 arasındaki oluşumlara yeni teknolojilerle geçişin sağlandığı bir aşamada kurutulacaktır; radikal, yerel demokrasilerle ve zırt pırt, hemen her hafta, medyada zuhur edip endam gösteren, hurufatlaşan postmoderno-oryantal dinci sol liberallerle değil.
Hrant Dink, cesurdu, sınıfsal olarak yok edildi. Ailesinin ve yoldaşlarının başı sağolsun. Ölümü kendi zıttıyla birlikte ironisini de içinde taşıyor. Ayakkabısının altı delikti, yüreği güçlü; keşke kendini "kimlikle" değil, sınıfının ekonomi politiğiyle ifade etseydi, ne olurdu?
20 Ocak 2007
20 Ocak 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
Cinayet şekline dikkat... Arkadan koşup gelerek enseye 2 kurşun (veya 3, ya da 4)... Tipik bir Diaspora suikastı... Tam Ermeni işi... Aslında kalleşçe, ama büyük ölçüde "meydan okuyan" bir görüntüde... Yani, "Bize yan bakanın amına koruz!!!" havasında ama, diğer yandan da yüz yüze gelemiyor, arkadan yanaşıyor.
Sana hangi suikastı hatırlatıyor?
Bana Talat Paşa'nınkini hatırlatıyor... Tıpkısının aynısı...
Şimdi Diaspora hem "İşte Türkler budur!!!" yaygarası yapacak (Ki başladı bile...)
Hem de Hrant gibi bir "ayrık otun"dan kurtulmuş oldu. Çünkü, herif Diaspoya ile de anlaşamıyordu, Ermeni Patrik'le de...
Bir taşla iki kuş... Tadından yenmez..
Çok güzel bir analiz olmuş Hocam.Sadece Turan ile ilgili konuda ayrı
düşüyoruz.Siyonistlerin Arzı Mevudu,Helenlerin Megalo İdeası varsa
Türklerin de Turan'ı olmalıdır,olacaktır.Bugünkü tek yanlış ise o
Turan hayalinin çapsız kişiler tarafından dile getirilmesidir.
Hocam,
Merhum Dink ile ilgili medyapoliten'deki yazınız çok etkilyeciydi.
Saygılar
"Gözlerin rengi, biçimi ne kadar farklı olursa olsun gözyaşlarının rengi aynıdır"....Afrika Atasözü
"Genetik bağlamında bilimsel olarak kanıtlanmış herhangi bir insan ırkı yoktur ama ırkçılık ve ırkçılar vardır. Saf bir Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman, İspanyol, Bulgar, Rus, Yahudi ırkı olmadığı gibi 24 ayar bir Türk ırkı da yoktur. Ama bunların ırkçıları vardır!"...Özdemir İnce
Ermeni de olsak Türk' te, Yunan' da, zenci de, beyaz da "Gözyaşlarımız Aynı Renk".... insanlık olarak insan yiyen ırkçı yamyamlara bir kurban daha verdik...ne kadar üzüldügümü anlatmam zor..dün gozyaslarimi tutamadim ve bir Türk olarak ülkemin ırkçılarından bir kez daha utandim....Nur içinde yat sevgili Hrant....
Yorum Gönder