28 Şubat 2010

GİFTOS KARPANTİYAN’IN ÖLÜMÜ ve AKADEMİLERİN DOĞUŞU

Prof. Dr. Veysel Batmaz

28 Şubat’ın 13. yıldönümünde, iki mağdur, Necmettin Erbakan ve Şevket Kazan, 28 Şubat’ın bir daha yaşanmaması için askerin ve yargının eğitilmesi gerektiğini ileri sürdüler.

Önerilerinin farklı meslek gruplarına yönelik aynı amaçlara sahip olmasına karşın aralarında önemli bir fark daha vardı: Kazan, 28 Şubat 2010’da bir televizyon kanalında, yargıçların ve savcıların da aynı Harb Akademileri gibi bir “Yargı Akademileri” sürecinden geçerek “kurmay” hakim olmaları gerektiğini ve bunu Adalet Bakanı iken önerdiğini ve o şekilde “dolu dolu” hakim olunursa, yargının siyasallaşmasının önüne geçilebileceğini söylerken, hocası Erbakan, bir iş adamları derneğinin toplantısında 27 Şubat 2010 günü yaptığı bir konuşmada, “şimdi tekrar iş başına geldiğiniz zaman tekrar size müsaade etmezlerse ne yapacaksınız? Bunun için askerimizi eğiteceğiz. Darbelerin hiçbir fayda getirmediğini, askerlerimiz de bu vatanın evladı, gözleriyle görüyorlar. Kendilerine milli görüşü anlatacağız, tanıtacağız. Ben vaktiyle kendilerine pek çok konferanslar verdim.” vurgusu yaparak, askerlerin de kurmaylık üzerinde eğitime ihtiyaçları olduğunu söyledi. (Bkz: http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=274545)

Ben bu iki 28 Şubat mağduruna ekleme yapmak istiyorum: Gazeteciler de (tüm medya çalışanlarından bahsetmiyorum), yasama organlarında çalışanlar da (siyasetçi ve milletvekillleri olacaklar da) benzer kurmay eğitiminden geçmeleri gerekiyor. Kısaca Erbakan ve Kazan’ı önerilerini de kabul ederek, şöyle bir yeni Anayasa hazırlayabiliriz. Asker, yargı mensubu, gazeteci ve siyasetçi, görevlerini üst kademelerde devam ettirebilmek için (ordu komutanı, sarı basın kartı sahibi ve gazeteci imtiyazı almak ve birinci derecede hakim ve savcı olabilmek ve milletvekili seçilebilmek için) kendi konularında aynı Harb Akademileri türünden kurulacak bir uzmanlık eğitiminden bilfiil (okuyarak ve sınava girip sertifika alarak) mezun olmakla yükümlü tutulmalarını gerekli kılan bir anayasa maddesi oluşturabiliriz.

Yeni Anayasa döneminde siyasetin dört kuvvetinde (yargı, yürütme/asker, yasama ve medya) kendi kurumlarının oluşturacağı mesleki yapılanmanın gereklerini yerine getiren bir “akademiler oluşumuna” hazır olmak zorundayız.

****

Bu “dam üstünde saksağan” misali önerileri niçin yazıyorum?

Yazıyı yazdığım tarih 28 Şubat 2010; YÖK kurucusu, 12 Eylül faşist cuntasının “yüksek öğretim bakanı” İhsan Doğramacı’nın (sevmediğim medyatör Emre Kongar’ın sevdiğim yakıştırmasıyla –Bkz: Hocaefendinin Sandukası-- Giftos Karpantiyan’ın) defin töreninde, darbelere karşı olduklarını ağızlarını her açtıklarında haykıran üç kişinin (Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı) tabut başındaki kolkolalıklarını ve fiskoslaşmalarını görünce, ülkenin en acımasız darbe yönetiminin unutulmaz siması merhum İhsan Doğramacı’nın üniversiteleri nasıl yok ederek, yeni darbe planlarının yapılabilmesi veya karşı planlarının rahatlıkla imal edilebilmesine yol açan 12 Eylül sürecinin 13 yıl önceki 28 Şubat’ının gerçek mağdurları Erbakan ve Kazan’ın sorunların derinlerini göremeyen önerilerini duyurmak ve katkı sağlamak için.
Bu ülke kömür madenlerinde grizu patlaması sonrasında ortaya çıkan grotesk bir cesetler yığını ve curufat haline dönüştü.

Gördüğümüz ilk resim şu: 12 Eylül’ün darbeci cuntasının üniversiteleri yok ederek yerine medyayı ikame etmesi sürecinin mimarı olan İhsan Doğramacı Paşa’nın tabutu başında biri muvazzaf, ikisi sivil “darbe karşıtı”...
Yurdum insanları bu resme angut angut artık “normalleşiyoruz” diye bakarken, ikinci resimde demokratik açılımcı “normalleşme”nin sadece “ileri (advanced) eğitim” ile (yargıya ve askere ileri eğitim vererek) olabileceğini ileri süren bizzat kendileri, her iki kanattan da (28 Şubat neo-liberal darbesi ve AKP bölünmesi sonucunda) asker-sivil paşa’ların mağdurları Erbakan ve Kazan...

Bir üçüncü resim de şu, aslında bir resim değil bu, ayna: mahşerin dört atlısı “yargı-yasama-yürütme-medya”nın sadece ve sadece üniversite üstü bir “ileri kurmay” eğitimi süreciyle “demokratik, sosyal bir hukuk devletine” erişebileceğimiz noktasına getiren sürece sinkaf eden bir yığın gerçek mağdurların kendilerinde gördükleri şaşkınlık. Herkes, ayna-resme baktıkça, “gördüğüm ben değilim” diyor.

Bu üç güncel suret-i hakikât, artık iyice dumura uğramış duyu organlarımızın son çırpınışlarındaki tarihsel sinir uçlarını da uyuşturuyor.
Ne Başbakan’nın “kovun şu köşe yazarlarını” dediğindeki derinliği kavrıyoruz (ki ben tamamıyla hak veriyorum Başbakan’a, 2001’den bu yana... Bu konuda kitaplarıma ve “Medya Müsveddelerinin Geveze Tüccarları Çökertiyor Bu Medyayı” http://vistilefakademik.blogspot.com/2009_06_21_archive.html ve “Yıldo Demokrasisi Vergi Kıskacında”-- http://vistilefakademik.blogspot.com/2009_09_27_archive.html -- başlıkları ile BirGün’de yayınlanan iki yazıma bakabilirsiniz).
Ne Erbakan ve Kazan’ın yargı ve askere’e “ileri eğitim” önerisindeki 12 Eylül’ün sebeb-i hikmetini sorguluyoruz.

Ne de Giftos Karpantiyan’ın, nam-ı diğer sureti, YÖK ile üniversiteyi yok eden silüetinin canlılığı ile, “kör ölür yeşil gözlü olur” demekten başka naçar kaldığımız İhsan Doğramacı’nın karşısında suskun kalmamızı açıklayabiliyoruz. Oysa, “şen bilim”i öldürmüştü o... sadece üniversiteyi, 1402’likleri değil. Bari, darbelere karşı çıkanların darbeci bir profesörün cenazesine gösterdikleri ihtimama koşut olarak, İhsan Doğramacı’yı, Hacettepe Üniversitesi Rektörü olduktan sonra, “ilk senato toplantısından sonra, rektör olmak özgür bir üniversitede ne demekmiş onu anladım” deyişiyle anımsasak.

Çok uzun yıllar geçti artık. Uyduruk pozlama ile çekilen resimler canlılıklarını kolay kaybediyorlar. Ülke ve hafızamız da aynı hızla silikleşiyor. Darbecilere ve darbeci cenazesinde saf tutup, “darbeci merhumu iyi bilirdik” diyen darbe karşıtlarına karşı olmamız gerekmiyor mu? Bu suret-i hakkın hafıza fluluğunda, normalleşmeler ve açılımlar hayırlara vesile olur, parlatır bizi inşallah.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

"Darbecilere ve darbeci cenazesinde saf tutup, “darbeci merhumu iyi bilirdik” diyen darbe karşıtlarına karşı olmamız gerekmiyor mu? Bu suret-i hakkın hafıza fluluğunda, normalleşmeler ve açılımlar hayırlara vesile olur, parlatır bizi inşallah."

Son yıllarda söylediğin en doğru ve önemli söz bu. Ama arada bir kaymalar oluyor! Hem de bu dediklerinin tam tersi olacak kadar!

Adsız dedi ki...

Hocam o değil de, eskiden daha sık yazardınız.

Adsız dedi ki...

vistilef'de yorum olanağı niçin kaldırıldı? Demokrasi artık gereksiz mi?