13 Mayıs 2008

Echo ve Narcissus - John William Waterhouse

AÇIK İSTİHBARAT’A AÇIK MEKTUP

Behiç Bey:

Fatma Sibel Yüksek’in, “kendine hayran bir kişi olarak” Tuncay Özkan ile ilgili eleştirel ve ruh haleti inceleme yazısını, Erhan Göksel ile birleştirmesi kendi tercihidir ve ifade özgürlüğünün “mütemmim cüz” olarak kabul edilegeldiği demokrasilerin temel unsurudur.

Ancak, cici “Atatürkçülük” yaptığı halde gizli açık üst rütbeli Atatürk-Düşmanları’nı kanalında çalıştıran; Cumhuriyet mitingleri gibi, düzenleyenlerin de hafsalasını aşmış bir halk akışı olan Cumhuriyet Mitinglerinin fırsatçılığı ile 1 milyon kişiyi cep telefonu gibi teknolojik bir örgütlenme aracı ile siyasal hedefle birleştirdiğini iddia etmekle açıklayan; ve sonra da kanalının Fethullahçı olarak bilinen yeni-yetme bir medya baronuna “satan”, Aydın Doğan Grubu eskisi ve hizmetkârı Tuncay Özkan gibi bir eyyamcıyı, okurunuzun göz önüne bir kez daha getirmek gibi doğru bir iletişimsel eylem yaparken, Fatma Sibel Yüksek’in Erhan Göksel ile ilgili yazısını birlikte yayınlamanız, insaf sınırlarını aşan bir iletişim “özgürlüğüdür.” Tam bir iletişim kazasıdır, hatadır. Bu hata, zamanla daha iyi anlaşılacaktır.

Unutulmamalıdır ki, Fatma Sibel Yüksek de, eleştirdiği Erhan Göksel gibi, doğruları dile getiren, Türkiye’de yaşayanlarla Türk halkına önemli açılımlar sağlayan ve bu açılımları bilgi ve belgelere, kişisel tanıklıklara dayandıran bir gazetecidir ve önemlidir.

Burada, sizin ve açıkistihbarat okurlarının dikkatlerine sunmak isterim ki, Fatma Sibel Yüksek’in Erhan Göksel ile ilgili yazısının aynısı, Fatma Sibel Yüksek için de yazılabilir. Benim için de, sizin için de. Hâttâ, değmez ama Tuncay Özkan için de.

Tuncay Özkan ise, Erhan Göksel ile yanyana getirilemeyeceğinin son “satışı” ile kendi kendine kanıtlanmış olmasının, Fatma Sibel Yüksek tarafından önceden görülememiş olmasını bir gazeteci öngörüsüzlüğü olarak bir yana bırakırsak, Fatma Hanım tarafından az bile yazılmış durumdadır. Ancak, kendine hayran olan sadece, Tuncay Özkan değildir. Hepimiz öyleyiz. Olmasaydık, egomuz olmaz, superegomuzla haşır neşir olarak, libidinal enerjimizi hayvanlar gibi içgüdüsel boşaltırdık. Tam bir otoriteryen kişi olurduk ve karşı kişilerle ilişkimiz patalojik olurdu. Doğa canlılara libidinal enerjiyi verirken, toplum da insanlara “ben” olmayı öğretiyor. Unutmayın ki, kendine hayran olmak, başkalarına hayran olmayı da içerir. Eğer içermezse, o zaman tehlikeli boyutlara yükselebilir.

Yazılarını okurken Fatma Sibel Yüksek’in kendisinde de yüksek düzeyde varolduğunu benim bir uzman olarak uzun zamandır saptadığım “kendine hayranlık duygusu” ile bir kişinin siyasal tavrını ve halk ile olan ilişkilerini anlayamayız.

Kendine hayranlık duygusu olmadan, insanlarla ilişki kurulamayacağını bilmek ve yukarıdaki Freudiyen özetlemeyi daha iyi anlamak için için benim Galip İsen ile yazdığım Ben ve Toplum: Sosyal Psikolojiye Giriş kitabını şöyle bir karıştırmak yeterlidir. Bu kitabı 1985 yılında ilk yayınlayan kişi Erhan Göksel’dir.

Özetle, Tuncay Özkan için, “kendine hayranlık” saptaması dışında uyuştuğum bir eleştiri yazısına, tekraren Erhan Göksel’i de monte etmek bence uygun değildir. Bunu ilk yazdığı sırada Fatma Sibel Yüksek Hanım’ın sehven yaptığına inanıyorum. Fatma Sibel Yüksek’in, içinde yaşadığımız muazzam olaylara gebe bir dönemi, “kandine hayran olma” duygusu açısından ele alarak, haksız bir Erhan Göksel eleştirisi yapması ise, sehven değilse, bilgisizce yanlış ve fuzulidir. Çünkü, bir çoğumuz gibi, Erhan Göksel de kendine hayran olduğu kadar başkalarına, insanlık tarihinin çok önemli kişi ve olgularına hayrandır. Eminim Fatma Sibel Yüksel de kendine hayrandır. Hayran olduğu başkaları da vardır.

Bir de son olarak şunu belirteyim ki, Fatma Sibel Yüksek’in Erhan Göksel ile ilişkin yazısında bariz maddi hatalar mevcuttur. Bir gazetecenin, çok hata yapması kaçınılmazdır ama maddi hata yapması ortaya çıkarsa, insanın kendine hayranlık duygusu paramparça olur ve superego insanı teslim alır ve insan zor psikolojilerle karşı karşıya kalır. Fatma Hanım Erhan Göksel ile ilgili bazı yorumlarında da, bilemeyeceği konularda, örneğin, “Gerçek Gelecek” programına geribesleme yapılış tarzı konusunda, yanlışlıklar yapmaktadır.

Fatma Sibel Yüksek Hanım, uzmanı olmadığı bir kavramı yanlış kullanarak, aynı zannettiği birbirinden farklı iki kişiden biri olan Erhan Göksel’e haksızlık yapmıştır. Siz de bu haksızlığı tekrar ediyorsunuz. Bu zamanla daha iyi ortaya çıkacaktır.

Eleştiri herkesin hakkıdır, doğal ki kırıcı ve yıpratıcı olmalıdır ama doğru kavram ve bilgilerle...

Yaşadığımız bu günlerde, Fatma Sibel Yüksek’in daha güzel ve yanlışsız yorumları ve enformasyonuna muhtacız. Erhan Göksel’inkine daha fazla muhtacız.

Uzun olacak ama size beş ayrı Narkissos hikâyesi ekledim bu yazının sonuna... “Kendine hayran olmanın” kadim bir insanlık ögesi olduğuna dair... Bir tanesi de Can Yücel çevirisi, o kadar güzel ki, Ovadius bile yazamazdı böylesini...

Bernard Shaw’un “cehalet” için dediği gibi, “hiç kimseye zararı yoktur, fakat hareket etmeye başlarsa, yandınız.”

“Kendine hayranlık,” başkalarına nefrete dönüştüğü anda harekete geçer. Kibir ve mağrur olmak ile karıştırılmamalı.

Tuncay Özkan ile Erhan Göksel’in de yanyana anılması, bundan sonra olmamalı.

Prof. Dr. Veysel Batmaz

Narkissos, kadınları küçümseyip hiçbiri ile görüşmez. Onu gizlice seven nymphe (orman perisi) Ekho bu duruma çok üzülür ve tek başına bir mağaraya çekilip orada kendiliğinden erir, bütün vücudu yok olup, kanı buhar olur. Latin Şairi Ovidius der ki "Onun sesinden ve kemiklerinden başka bir şey kalmadı; sesi ses olarak saklandı, kemikleri bir kaya biçimini aldı. O günden beri dağ başlarında görülmez; fakat acı ile kıvrandığı derin ormanların içinde, kendisini çağıranlara ses verir.”

Aphrodite, hor görülen bu zavallı nymphe'nin öcünü alır. Bir gün Narkissos, bir pınarın duru suları üzerine eğilince suda kendi aksini görür ve ona yani kendisine delice aşık olur. Durup ona uzun uzun bakar; bundan hem zevk hem de acı duyar. Aşk içini yakmıştır bir kere o da kendi aşkından erir, biter. Onun yerine, adını taşıyan ve güzel delikanlının hayatını hatırlatan sarı çiçek biter.

Ya da,

Mordoğan Narcissus efsanesinin doğuş yeridir. Narcissus Mimas Dağı önünde İonya Kentinin denize bakan böğürtlen ormanlarının bulunduğu platoda bulunan küçük gölcükte sürekli olarak suya akseden kendi görüntüsünü seyredermiş. Narsizm yani kendini sevme bu efsaneden adını almıştır. Narcissus göl kenarında kendini hayran hayran seyrederken ölmüş ve bir yıl sonra öldüğü yerde mis gibi kokan çiçekler çıkmış, Tanrıların Tanrısı Zeus'un kızı Echo (Eşo) açan çiçeği çok beğendiği ama asla yüz bulamadığı Narcissus'un göbeğine benzettiği için, bu mis gibi kokan çiçeğe narcissus adını vermiş dilimize nergiz olarak gelmiştir. Nergiz birçok yörede yetişmekle birlikte Karaburun Yarımadasındaki kokusunu başka yörede asla salmamaktadır.



Narkissos

Ekho görünce Narkissos'u bir sessiz kırda dolaşırken
arzu sardı gönlünü, düştü gizlenerek izlerinin ardına:
bır çınarın ucuna sürülmüş yanıcı kükürt
beri getirilen alevi nasıl kaparsa
Ekho da yaklaştıkça ona daha yakından yanıyordu aşkla.
Kaç kere okşayıcı gözlerle ona sokulmak,
kaç kere yumuşak dileklerini ona sunmak istedi;
yaradılışı vermedi izin söze başlamaya,
bekleyebilirdi ancak sözleri ki onlara cevap yollayacak.
Bağırdı: “Orada kim var?”, “Var” diye cevap verdi yankı.
“Ölmek yeğdir” diye bağırıyordu “olacaksa senin her şeyim”.
Ekho başka bir şey söylemedi: “Senin her şeyim.”
Berrak bir pınar vardı, dalgalarında gümüşler oynaşır,
Ona ulaşan ne bir çoban, ne otlayan bir keçi, ne bir sürü,
Ne vahşi bir hayvan, ne ağaçtan düşen bir dal;
tek bir kuş bile yoktu onun sükununu bozan.
Çevresinde en yakın suyla beslenir bir çayır,
ve oranın güneş ışığıyla ısınmasına engel olan orman.
Pınar ve yerin güzelliği çeker onu kendine,
uzanır Narkissos av yorgunluğu ve sıcağın verdiği ağırlıkla yere,
Gidermek isterken susuzluğunu, artıyordu bir yandan susuzluğu;
içtikçe suya vuran güzelliğine hayran,
seviyordu tensiz bir hayali, vücut sanıyordu sulardakini
Donakaldı Paros mermerinden bir heykele benzeyen o aynı yüzle
kımıldamaksızın, bakıyordu kendine kendi şaşkın şaşkın...
Bilmeden kendini arzuluyor, severken onu kendini seviyor,
isterken kendini istiyordu, içini yakan ateşi tutuşturan da kendisiydi.
Kaç kere faydasız öpücükler sundu aldatan pınara...
Ellerini kaç kere daldırdı, boşa kavuştu kolları sularda.
Neyi gördüğünü bilmiyor, fakat yanıyordu onunla,
gözleri aldatan hayal onu coşturuyordu.
Anlıyorum, o benim, aldatmıyor beni artık hayalim.
Tutuşturan da ben, yanan da,Kendime olan sevgimle yanıyorum.
Ne yapayım? İstemeyim mi? İsteyeyim mi?İstenecek ne kaldı artık?
Beni yoksul ediyor varlığım;
arzuladığım benimle.
Ayrılabilsem vücudumdan; garip bir dilek seven için ama,
sevdiğim uzak olsa keşke. Kemirsin artık gücümü acı,
ve geldi son günleri ömrümün,
göçüyorum hayatımın baharında.
Ölüm gelmeyecek bana ağır dinecekse acılarım.
Sevdiğim daha ömürlü olsun dilerim.
Ve şimdi can verelim ikimiz bir solukta.
Şunlar oldu son sözleri gözlerini
ayırmadan sulara bakan Narkissos’un:
“Ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dileklerini.
“Elveda” deyince o, bağırdı Ekho: “Elveda”.
Yorgun başını dayadı sık çayırlığa,
ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini.
Hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile;
bakıyordu Styks sularına. Dövündüler bacıları Naiaslar
kesik saçlarını yanı başına koydular; dövündüler Dryaslar,
Ekho da katıldı onlara. Tam sedyeyi, odun yığınını,
titreyen meşaleleri
hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde,
yerinde
sarı göbeğini
beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.


Ovidius, (Çeviri Can Yücel), Tercüme Mecmuası, 1944


“Echo; ormanın derinliklerinde yaşayan çok güzel bir su perisiydi. Öylesine duru bir güzelliği vardı ki, görenler dönüp bir daha bakmaktan kendilerini alamazlardı. Gelgelelim, Echo'nun büyük bir derdi vardı; Ne zaman konuşmaya başlasa susmak bilmiyordu, o dillere destan güzelliğine bile gölge düşüyordu bu huyu. Günün birinde Echo'nun bitip tükenmek bilmeyen gevezeliği tanrılar tanrısı Zeus'un karısı evlilik tanrıçası Hera'nın sabrını taşırdı ve Echo'nun sadece duyduklarının son kelimesini tekrarlamasını sağlayacak bir büyü yapmaya karar verdi. Böylece Echo, ormanda hep başkalarının en son söyledikleri sözleri tekrar ederek ama hiç konuşmadan günlerini geçirmeye başladı. Günler günleri kovaladı, birgün ormanın derinliklerine doğru bir avcı süzüldü. Echo, bu güçlü kuvvetli yakışıklı gence tutuluverdi, ormandaki sıkı koruluklar kalkanı oldu Echo'nun ve takip etmeye başladı aşığını. Narcissus herşeyden habersiz ormanın derinliklerinde ilerlerken, Echo onu gözden kaybetmeden, onunla birkaç kelime edebilmek için yanıp tutuşarak ilerliyordu adım adım, ama Hera’nın hain büyüsü yüzünden tek bir kelime bile edemeyeceğini bilerek... Nihayet o an geldi ve Narcissus, "Merhaba" dedi Echo'ya sadece tekrar edebildiği aşığının dediğini Hera'nın kendisine yaptığı büyüye lanet ederek... "orada biri mi var? diyebildi. Echo'da umutsuzca... Kibirli Narcissus, konuşmanın böyle sürüp gitmesinden, bir su perisine bu kadar vakit ayırmaktan sıkılmış bir halde Echo'dan ve ormandan öfke içinde ayrıldı. Güzeller güzeli su perisi Echo, üzüntüsünden, ne yaparsa yapsın sevdiği adama hiçbir zaman ulaşamayacağını bilmenin ağırlığından olsa gerek günler ve geceler boyunca kendisini hapsettiği dağda ağladı, ağladı, ağladı ve sonunda taşa döndü.Kibirli Narcissus başkaları onu yücelttiği sürece iyi, aksi takdirde ise sadece umursamayarak devam etti yoluna... Olympos'un ihtişamlı tanrıları Narcissus'un yaptıkları ve yaşadığı hayatı yüzünden köpürdüler öfkelerinden zavallı bir ölümlünün bu denli kibirli olmasını cezalandırılmayı hakkettiğine oybirliğiyle karar verip, bir oyun hazırladır. Güzel bir yaz günü, Narcissus ormanda avlanırken, küçük bir göle ulaştı, susuzluğunu gidermek için eğildiğinde, çok yakışıklı bir adamın aksini "yani kendisini" gördü... heyecanla bu adama dokunmak için suya daldırdı elini, suda hareler oluştu ve akis görünmez oldu... Tanrılar ona orada kalıp kendi görüntüsüne hayranlıkla bakması için büyü yaptıklarından, Narcissus yemeden içmeden kesilip günlerce kendi aksine hayran hayran baktı. Sonunda oracıkta ölüp gidiverdi ve cansız vücudu ölüler ülkesine taşındı yeraltı tanrısı Hades tarafından yeni bir ölü kazanmanın sevinciyle yeraltı ülkesine... Narcissus kendi aksini günlerce büyük bir hayranlıkla seyrettiği yerde de güzel kokulu nergis çiçeği yetişmeye başladı ormanın bu en güzel köşesinde... Mordoğan’da, Çeşme-Karaburun’da...Gördüğnüz her nergis çiçeğinin size kibirli ve mağrur olmak yerine, kendinizle barışık olmanızı hatırlatması dileğiyle...” Yaprak Korkmaz, Arkas Aylık Dergi – Ekim 2001.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Hocam bir ses verin

haberci günlük dedi ki...

Veysel hocam yazılarınızı zevkle okuyorum. Bizde amatör yazarlar olarak yaklaşık iki yıldır Onpunto isimli blog sitesinde yazılarımızı yayınlıyorduk. Ancak sitenin sahibi Hürriyet hiçbir açıklama yapmadan siteyi yayından kaldırdı. Biz diğer blog sitelerinden farklı olarak ana sayfa uygulaması yapan,para ödülleri dağıtarak bizi iyi yazmaya teşvik eden Onpunto'nun kapatılmasını protesto ediyoruz. Bu protestomuz şu an için www.bizimpunto.com'da ve google'da bizimpunto grubunda devam ediyor. Sizin gibi internette yazdığı yazılarla seven sevmeyen herkesin takip ettiği ünlü bir İletişimci Profösörün mücadelemize destek vermesi bizi onurlandıracaktır. Sizin internet yazarlarına olan sevginizi, internetin gücüne olan saygınızı biliyorum. Bizim gücümüzü siteyi kapatarak elinden aldıklarını sananlara ancak sizin gibi güçlü bir kalemden gelirse etkili olur. Şimdiden teşekkür ederiz.

Medyapoliten dedi ki...

çağrınızı aldım. gereğini yapacağım...