14 Mayıs 2007

TANDOĞAN, ÇAĞLAYAN, GÜNDOĞAN ve AZINLIK ERDOĞAN

Ertuğrul Özkök tarafından “kara gözlüklülerden” biri olarak nitelendirilirim. Ara sıra da, “Internet’in azgın azınlığından” biri olarak... Her iki durumda da, “azınlık”tan olma durumuna tekabül ediyorum.

Bu aynı zamanda şu demek: Ertuğrul Özkök’ler çoğunluk bu toplumda, ben ve benim gibiler azınlık. “Yerseniz.”

Bu ülkede azınlık olup, kendine çoğunluk diyenler çok.

Özkök bunlardan sadece biri.

Bir de Recep Tayyip Erdoğan var:
Cumhurbaşkanlığını elinden kaçırıp, sonra Abd’ullah’ı terfien azlederek; bütün sorunu da Arınç’a yıkarak kazandığı seyislik (siyaset) mağlubiyetini şu şekilde açıklıyor: “Türkiye’de azınlık (bizler oluyoruz), çoğunluğa (İslamcı dinciler oluyor) tahakküm ediyor.”
Toplam oyların 2002’de % 25’ini alan; 2004’de de % 34’ünü alan bir lider, kendini aynı Ertuğrul gibi çoğunlukta görüyor. Ya dörtte bir, ya da üçün biri olan bir Parti liderinin bu kadar afra tafra yapmasına, Türkiye ilk kez tanık oluyor. 1965’de % 52 oyla Süleyman Demirel ve 1973’de % 42 oyla Bülent Ecevit bile bu kadar Denizli horozu gibi ötmemişti. Tayyip Bey'in başında bulunduğu Hükümet, 2002'den beri "meşru bir azınlık" hükümetidir.

Bir de Edibe Sözen. Profesör Sözen. CHP’li amcası gibi. O ise AKP’li; modernist dinci. O da çoğunluktan farzediyor kendini. “En STK TSK” diyen bendeniz gibileri de azınlık, Profesör Edibe Sözen’e göre...
Ahmet Hakan’ın programında, DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan ile başa çıkamaması var ki, Ahmet mi attı bu kazığı Profesör Sözen’e, yoksa, danışman AKP’liler, onu yemek istediklerinden henüz acemi er iken cepheye mi sürdüler? Çoğunluğun içinde bula bula neden onu buldular?
Bakın şöyle bir konuşma geçti, Prof. Edibe Sözen ile Siyasetçi Celal Adan arasında:
Sözen: “DP’yi kuran ANAP ve DYP’nin bir tür manevi vasisi konumunda olan Aydın Menderes bile yeni oluşan Demokrat Parti’yi eleştiriyor, Adnan Menderes’in DP’si, Yeter Söz Milletindir, diyordu, yeni DP Yeter Söz Devletin diyor. Bence yeni kurulmakta olan ittifak manevi vasi olarak Aydın Menderes’in sözlerine kulak vermeli.”
Adan: “Evet, Menderes adı bizim için çok önemlidir ama Aydın Bey ile zaten DYP ve eski AP kadroları arasında uzunca süredir bir anlaşmazlık vardı. Aydın Bey sırf Menderes soyadını taşıyor diye, DP geleneğinin vasisi veya maniviyatı hiç olamaz. Ancak ben Edibe Hanım’a şunu sorkam isterim. AKP’nin kurucusu Recep Tayyip Erdoğan’ın manevi vasisi kim? Necmettin Erbakan değil mi? AKP bu manevi vasiyi dinliyor mu ki, bize Menderes soyadlı birini dinlememizi tavsiye ediyor. Üstelik bizim manevi vasimiz olduğunu söylediği Aydın Menderes epey bir süre Refah Partisi milletvekili olarak Gül ve Erdoğan’ın yanındaydı.”

İnsan, Adan ile Keçeciler gibi iki kurt politikacıya karşı, “mantar kamuoyu” üzerine uzman birini çıkartmamalı. Çünkü, o türlü uzmanlar, kamuyu "mantar" zannediyorlar; kendilerini de çoğunluk... Ben bu programda gösterdiği performansa bakarak, uzun bir süre Edibe Hanım’ı, seçim çalışmalarında ve AKP adına medya önünde göremiyeceğimizi düşünüyorum. Yanılırsam, AKP kaybeder.

Gelelim, kare asına: Altanzede Mehmet; Çantacızade Cengiz; Karakaşî (adını unuttum ama siz anlamışsınızdır, “yapıt,” “yapıntı” diyesim geliyor; “zade” ve “zede” bilerek yazılmıştır.) ve ASA. ASA kim derseniz çok ayıp olur. Bunlar kare ası. Televoleci iktisadi politikososyologtrikliboşgillerden.

"Kürt sorunu benim şahsi meselemdir"
"Diyarbakir'ı Büyük Orta Doğu projesinin merkezi yapacağız"
"Askerlik yan gelip yatma yeri degildir"
"(Sehit annesini kastederek) Ne konuşacağım ben o kadınla?"
“Sayın Öcalan, öldürdüğü kellelere baksın”
"Meclis beni hayal kırıklığına uğrattı" (1 Mart tezkeresi TBMM'den geçmediğinde)

İşte bu kare ası bu sözleri söyleyen Recep Tayyip Bey’i demokrat zannediyor. Bu kare ası, Fethullahçı 24’de, zaman zaman programa çıkıyorlar ve Cumhuriyet’ten ve mitinlerinden ne kadar korktuklarını anlatıyorlar. Bu kalabalıkların ne kadar anti-demokratik olduğundan dem vuruyorlar. Carl Schmitt’i okusunlar; demokrasi işte bu: Hitler ve Stalin’i de iktidara getirir; AKP’yi de... Onları dinlemek; Schmitt’i okumak lazım. İşin ilginci hangi kanaldan hangi darbe nedeniyle kovulurlarsa kovulsunlar, onlara mikrofon verecek mutlaka bir MEME buluyorlar. Bu demokrasi değil mi? Hem de 28 Şubatçıların, 27 Nisancların yarattığı? Demokrasi ile Cumhuriyet arasındaki farkı, Regis Debray kadar bile bilmiyorlar.
Gevrek gevrek gülüyorlar, içi boş ama dalkavuk edası ile bilgiçliğe bulaşık lafların etrafında, sınıfsal hiç bir analiz yapmadan, küreselleşmeyi ve Batı demokrasisini savunuyorlar. Şaşkın, bitap ve kederli.

Seçimlere bu minvalde giriyoruz. Yani, seçim sath-ı mâiline. Eğimli yüzeyine.
Bu eğimli yüzeyden kim düşüp kafasını kıracak henüz belli değil. Ama Türkiye safralarını atacak, kendini azınlıktayken çoğunluk görenlere kıyak ve kaygan eğimli bir zemin sağlanmış durumda.

“Aralarında 67 gazeteci ve yazarın, 48'si profesör olmak üzere toplam 132 akademisyenin, 35 hukukçunun, sanatçıların ve çeşitli meslek dallarından kişilerin yer aldığı 500 yurttaş, Genelkurmay Başkanlığı'nın "muhtıra" olarak nitelenen açıklamasına karşı bir bildiri yayımladı. “Muhtırayı reddettiklerini bildiren imzacılar, "Demokrasiyi yok etmeye yönelen her türlü müdahaleye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkça belirtiyoruz" dedi.” (İmzacılar için Bkz: http://www.gercekgundem.com/?p=62896 )

Bu aydın kişiler de kendilerini çoğunlukta zannediyorlar, onlar aydın, biz aydın değiliz ve azınlıkız, onlar çoğunluk; meydanlarda toplanan ve yürüyen milyonları herhalde “demokrasi” olarak nitelendirmiyorlar. Çünkü onlar çoğunluk ve meydanlarda yürüyen bizler azınlıkız.

AB de öyle nitelendiriyor bizi; zaten onların AğBi’si, AB.

Fransa’da Lise öğrencileri sokaklarda yürüyünce, yasa değiştiriyorlar bu AB ve AğBiciler; bizim milyonlarca “azınlık” meydanları doldurunca da, yine bu AB ve AğBiciler, Cumhurbaşkanının azınlık (2002'de % 25; 2004'te % 34) tarafından seçilememesini anti-demokratik buluyorlar. Sanki demokrasi sadece "oy" ve "azınlık" ile oluyormuş gibi.

Demokrasi bir de hukuktur. İfadedir.
Sadece empati değil, sempatidir.
Eski Yunan’da demokrasi lotarya ile olurdu; haberleri yok.

İşte bu hukuksal ve sempatik şu üçünde yaşadığımız demokrasi sürecinde, Profesör Yalçın Küçük bir kere daha haklı çıktı: Anayasa Mahkemesi’nin hukuku bilmediğini söylüyordu. Ben “olamaz, bilirler” demiştim. Profesör Turhan Esener hocamız da, bilmedikleri zannı içindeydi. Bana, “bilmiyor olabilirler” dedi, geçen gün. Profesör Tayfun Akgüner hocam da, “bilirler” demişti, aynı sohbette. Diğer hukukçuların görüşleri ise şöyle.

“Tuğcu, Köşk'e gönderilen anayasa değişikliğinin cumhurbaşkanı tarafından onaylanması süreciyle ilgili, "Referanduma götürülmesi söz konusu değil. Çünkü belirli oy sayısının üstünde kabul edilerek çıktı. Vetoyu bir kere koyabilir. Meclis tekrar 367'nin üstünde, yani üçte ikinin üstünde oyla gelirse, artık onu onaylayacak" demişti. 367 ile ilgili tartışmalarda öne çıkan anayasa hukukçuları Tuğcu'nun bu sözleri karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedi, tek bir ağızdan cumhurbaşkanının halkoylamasına gidebileceğini savundu.

Hukukçuların görüşleri şöyle:

* Eski Savcı Sabih KANADOĞLU: Talihsiz bir açıklama. 175'inci madde çok açık. Bu iddianın yanlış anlamadan doğduğunu düşünüyor ve umut ediyorum. Yanlış anlama değilse mahkeme başkanının önüne gelecek bir konuda düşüncelerini beyan etmesi de doğru değil.

* Profesör Ergun ÖZBUDUN: Basında çıkan şekliyle bir hata olduğu, yanlış anlama olduğunu düşünüyorum. Belki sürçülisandır. Soruyu yanlış da anlamış olabilir. Anayasa metni çok açık. Cumhurbaşkanının referanduma gitme hakkı var.

* Profesör İbrahim KABOĞLU: Anayasada çok açık düzenleme var. Aynen kabul edilebilirse halk oyuna sunabilir. Cumhurbaşkanına takdir yetkisi tanımış. Cumhurbaşkanının bu takdir yetkisini kaldırıcı bir düzenleme de yok. Cumhurbaşkanı anayasa değişikliklerinin hemen hepsinde halk oyuna sunma konusunda yetkiye sahip. Tabii sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı ile bir polemiğe girmek istemem ama bu konuda kesinlikle tereddüde yer yok.

* Profesör Burhan KUZU: Anayasa açık. Nereden çıkarıyor anlamadım. Ama şu var. Meclis'te eğer bir anayasa 367'ye gerek görülmüşse dünyanın hiçbir anayasasında halk oyu yok. Bir tek bizde var. Tuğcu belki olması gerekeni söylüyor. Ama ne yazık ki referandum var. 30 yıllık anayasa profesörüyüm. Keşke olmasaydı ama Tuğcu'nun dediği gibi değil.

Ben ise eminim Anayasa Hukukçularının ve Mahkeme üyelerinin bildiklerini. Biri bilmiyorsa diğerleri bilir. O nedenle çoğunlukla karar alıyorlar ve bir heyet olarak toplanıyorlar. Yargı bugün Türkiye’nin en güvenilesi kurumudur.

“Yargı” da (hukuk deriz biz ona) demokrasidir. Devletçilik de demokrasi. Popülüzm de demokrasi.

Sadece “sandık” ve “oy” değil.

Bir de şunu ekleyeyim: Bugüne kadar farkına vardınız mı bilemem ama niye Atatürk ilkeleri içinde "demokratçılık" yok? Regis Debray'e sormalı... Ya da, Hürriyet ve İtilafçı, Lozan Heyeti üyesi Dr. Rıza Nur'un o muhalif anılarını okumalı; demokratçılık olmayan bir Mustafa Kemal döneminde, nasıl olmuş da, en demokratik meclisleri olmuş, Birinci ve İkinci meclisleri 80 yıllık Cumhuriyet tarihinde, bu ülkenin?

Siz o tehlikeli tarihin farkında mısınız?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Veysel Batmaz yazıyor andavallılar hâlâ uyanmıyor... Tarih: 27 Mayıs 2007 saat: 07:00!

Adsız dedi ki...

Tesekkur ediyorum