En STK, TSK…
(Bu yazıyı, haber3'te yayınlandıktan sonra tam beş yıl, kitap olarak yayınından sonra ise üç yıl sonra, Yaşar Büyükanıt'ın 12 Nisan 2007 Basın Toplantısı konuşmasından sonra, yeniden yayınlamak gereksinimi duydum. VB)
Türkiye sınırları içinde, Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana en Sivil Toplum Kuruluşu (STK), Türk Silahlı Kuvvetleridir (TSK). Hatta, Dr. Hikmet Kırık’a göre (İ.Ü. İletişim Fakültesi), Yeniçeri Ordusu, Osmanlı’da, kamuoyu dediğimiz olgunun hem kendisi; hem de ifadesidir. İttihat ve Terakki, Ordu içinden çıkan sivil bir kuruluştur. Mustafa Kemal, Ordu içinden çıkmış en sivil önderlerden biridir. Ordu, Osmanlı dahil, Türkiye Cumhuriyeti içinde tüm sivil (ve civic) değişimlere ve devrimlere imza atmış; dinamik olmuş ve yapısal reform diye sayıkladığımız her türlü yurttaşlık hukuku ile ilgili adımları atmıştır. Listeyi uzatmak mümkündür. Bu olgunun iki ayağı vardır: (1) Sosyolojik taban olarak Ordu’nun bileşimi (2) Yapısal davranış kalıbı olarak Ordu’nun işlevleri. Sosyolojik tabanı alt ve köylü tabakalardır. Yapısal davranış kalıbı ise, sivil bir demokrasi eğilimi.
Biliyorsunuz, Osmanlı ordusu, bir devşirme kurumuydu. Osmanlı’daki devşirme kurumu o kadar Eflatunî idi ki, Yeniçeri Ordusu adı altında, esnaf loncalarından, askeri ekonomiye; kapıkulundan bürokrasinin üst düzeyine kadar tüm ekonomik fonksiyonaliteye sahip insan unsurları Ordu (devşirme) ile ilişkiliydi. (Osmanlı’nın bu Eflatunî açıdan incelenmesi ile ATÜT-Feodalite sorunlarının da yeni bir paradigmaya ulaşabileceği hissiyatı mevcut bende.) Bernard Lewis, Osmanlı’nın demokratik bir toplum olduğunu; mutlakiyet sınırlarının tampon kuruluşlarla (temelden devşirme askeri kuruluşlar ile) çizildiğini; Osmanlı yönetici sınıfın (devletin) yetki sınırlarının “mutlak” olduğunu ileri sürer. Ve tabii, biz de Lewis’e ekleyebiliriz ki, Osmanlı Ordu’su Yeniçeri’lik olarak, Osmanlı Devleti’ne (Osmanlı’ya hükmedenlere, hükümet edenlere) de çoğu zaman karşıydı; bir çok Padişah, Lewis’in bu tampon kuruluşu tarafından berhava edilmiş (ve bila kelle kılınmıştı).
Barbara Lerner, 4 Kasım 2002 tarihinde yazdığı Türk Demokrasisinin Sırları başlıklı bir yazıda (Barbara’nın Daniel Lerner ile ilişkisi olmak iktiza edeceğini, Türkiye ile yakınlığı ortaya koyuyor.) Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok sivil bir işlevi daha olduğunu vurguluyor. (Barbara Lerner’ın yazısını bana Süreyya Serdengeçti yolladı. Tam da “En STK, TSK” başlıklı bir yazı hakkında tefekküre dalmışken. Süreyya bir çok konuda Türkiye’nin olduğu kadar, benim de imdadıma hızır gibi yetişmiştir. Sağolsun.)
Barbara Lerner’a göre (ve de artık bana göre de), Türk Ordu’su, aynı Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin (Supreme Court) hâkimleri gibi, Türk Demokrasisi ve hukuk yapısı içinde, demokrasi süreci içinde ortaya çıkan, popüler hareketlerin demokrasiyi rafa kaldırıcı potansiyalliklerini ve ekonomiyi ve hukuku zaafa sokan seçilmiş demogojik popülist politikacıları sınırlayan ve onları, kısa fasılalarla, evlerine gönderen bir işleve sahip olarak en az 80 yıldır (belki de daha fazla) bir sivil kuruluş (STK) fonksiyonu görüyor. Bunun tek nedeni var: Türk Ordusu (TSK), meşruiyetinin kaynağını “sade ve sadece” Anayasa’dan alıyor. Bu Anayasa ise hep sivil ihtiyaçlar ve toplumsal sözleşme dayatması ile oluşmuş anayasalar. Ordunun dayandığı başka hiç bir imtiyaz, sınıf ve ekonomik kaynak yok. Devşirmeyken de böyle (köylü çocuklarından oluşuyor), Cumhuriyet’ken de böyle (yine alt gelir grubu ve köylü çocuklarından oluşuyor.). Latin Amerika, Uzak Asya, Avrupa veya Arap ülkelerinde olduğu gibi belli bir mezhebe, kasta, feodaliteye veya aristokrasiye bağlı değil. Belki de bu anlamda Selçuklu’dan beri alt ve köylü tabakalardan devşiriliyor. Bu nedenle de, devlete (bürokratik hükümete) karşı özerkliği var ve belki de bu nedenle özgürlükçü (bu özgürlüğün bedelini zaman zaman geniş kitlelere ödetse de) ve belki de sadece bu nedenle sivil ve demokrat: Mustafa Kemal bir Osmanlı paşası. Merkez’den değil; Selanik’ten. Ordu, devşirmelikten bu yana, aristokrasiden değil, meritokrasiden yana. (Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu). Oligarşik bir yapıda değil. (Kriz dönemlerinde oligarşik temayüller gösterse de hep Eflatunî kalıyor. Kenan Evren en ceberrut döneminde Platon’un Devlet’ini okuyor (büyük bir ihtimalle bir şey anlamıyor ama bu kitabı okuduğunu söylemek ihtiyacını duyuyor.)
Krizlerdeki ceberrutluğa varan dönemlerde bile şaşırtıcı. 1960 ihtilâlini yüzbaşılar yapıyor. Kökenleri incelendiğinde bu kişiler, alt ve köylü kökenli.
Sevgili kâdim arkadaşım Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Ordu’nun Olağandışı Rolü’nde (İz Yayınları, 1994) şöyle diyor: “…cumhuriyetçi hükümdarın (Cumhurbaşkanının) seçiminde o ülkedeki hangi güçlerin, ne tür taktiklerle mücadele ettiklerini çözümlemek gerekir… Bu güçler, doğal olarak siyasi partiler ve diğer sivil baskı gruplarıdır (STK)…”
Hırslı doktora öğrenciliğinden, YÖN Hareketi’nin titiz araştırmacılığına, Özal danışmanlığından, gelen yorulmaz ve inatçı Hikmet, bence artık iktidarın bir unsuru olarak Ordu’ya benim gibi bakmalı. Çünkü, TSK en STK'dır.
Böylelikle, Cengiz Çandar gibi, AKP’yi provoke etmeye çalışan kişilerin mezaliminden de kurtulmuş olur. AKP’yi 4 Kasım sabahından bu yana, Anayasayla, IMF anlaşmalarıyla, üst kurullarla, Başbakanın kim olacağı ile ilgili (halkın hiç ihtiyacı olmayan) konularda provake edip, onu Ordu ile karşı karşıya getiren post-modern zihniyet’ten artık kurtulmak gereklidir. Bence artık, darbeleri ve 28 Şubat gibi olguları yukarıda ayrıntısız olarak ifade ettiğim hipotez ile yeniden test etmek ve yorumlamak gereklidir.
Hiç kimse unutmasın; Osmanlı’da din (devşirme Seyhülislam’ın olmasına rağmen) bir devlet kurumuydu; Ordu ise (Yeniçeri) tampon bir sivil kuruluş (STK). Bu açıdan, kim sivil, kim devlet belki daha fazla anlaşılır. Ya da Osmanlı’da ve T.C.’de, hem devlet, hem ordu sivildir demek daha mı doğrudur. Bu Eflatunî soruya cevap bulmak gereklidir.
Hikmet Özdemir bilir ki, bu satırları yazan kişinin kendisi hem 12 Mart cuntasından, hem de 12 Eylül diktatörlüğünden; babası da CHP’li bir asker olmasına rağmen 60 ihtilâlinden epeyce hırpalanmış biridir. Doğan Avcıoğlu’nun babasının Bektaşi fıkralarıyla büyümüştür. Ve Türkiye’deki geleceğin yolunun aydınlığa açık, karanlığa kapalı olmasını oluşturacak olan siyasal yapının, bir yanda Müslüman Demokrat, diğer yanda Sosyal Demokrat iki partili bir meclisten geçeceğine tam 25 yıldır inanmış ve içinde bulunulan dönemdeki iktidarın, demokrat, laik, din istismarcılığı yapmayan, çoğulcu bir merkez sağ partiden olması doğrultusunda çalışan solcu bir kişidir.
1982 Anayasası gibi anayasa bile olmayan (Prof. Dr. Ersan İlal’e göre bir doküman sadece) kanunlarla uğraştırılma provakasyonlarına kapılmadan, AKP’nin halkın sorunlarını çözmesi gerekiyor. Bu nedenle, onlara Hikmet’inki (Özdemir) gibi değil de, benimki gibi, yani yukarıdaki gibi bir Ordu teorisi gerekiyor.
Özgürlük, bilirsiniz, zorunluluğun bilincine varmaktır.
14 Kasım 2002
Saat: 08:14/08:45
31 dakika—Biraz uzun değil mi? Eh ne de olsa teorik bir yazı, olacak o kadar.
Bu yazı, Yanlış Medyada Doğru Söylenmez, Naos Yayınları, 2004 kitabımda yayınlandı.
2 yorum:
medyaya düşman yetiştiren hocanın öğrencisi olarak:
www.itusozluk.com
başlık:medyayla ilişkileri askıya almak
inceler ve eylemimize katılırsanız seviniriz.
Hocam ne zaman döneceksiniz?
Yorum Gönder