25 Şubat 2007


DOKUNUŞUN SEMİOLOJİSİ

Başbakan’ın yanağını okşayan Barlas’a yorumlar muhtelif. Bazılarından hoşlanmış; bazılarına ise veryansın etmezcesine saldırıyor, o meşum ve meşhur Barlas taklalarını ata ata; Ecevit’ten dem vura vura, Özkök’e göz kırpa kırpa (olur a, onun da yanağını okşayacağı gün gelir. Bu konuyu mutlaka Mehmet/Emre’de tartışmışlardır.):

****

Barlas’tan uzun bir alıntı:

“Ama bazıları için hâlâ Erdoğan " Kasımpaşalı "... Dün Hürriyet'te Mehmet Yılmaz, " Sabah' ın başyazarı Barlas, Başbakan Erdoğan' ın yanağını okşadığı için ' Kasımpaşalı karizması' yerle bir oldu " doğrultusunda bir şeyler yazmıştı. Aslında Mehmet Yılmaz'a sadece " Kız sen İstanbul' un neresindensin " şarkısını söylemek yeter sanırım. Bereket Mehmet Yılmaz gibi olmayanlar da var. Örneğin, yine Hürriyet'te Ertuğrul Özkök, " Sonunda bizler de insanız ve bazı insanlara sempati, bazılarına antipati duyuyoruz. Takdir duygularımızı iletmek istiyoruz. Yani ben bu fotoğrafa baktığım zaman, sadece insani bir dokunuş gördüm. Ve şuna da kesinlikle inanıyorum. Biz gazetecilerin böyle dokunuşlara ihtiyacı var " diye yazmıştı...Yeni Şafak'ta Fikri Akyüz ise, Vatan gazetesinde söz konusu fotoğrafa ilişkin yayınlanan yorumu ele alıp, şunları yazmıştı:

VATAN KADROSU - "Ve " onlar " ki 28 Şubat döneminde ordu; Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz döneminde ise hem ordu hem de iktidar karşısında " birey " aleyhindeki yayınların yapımcısı, yönetmeni, senaristi, aktörü, hatta figüranı değil miydi? O dönemde Mehmet Barlas'ın kalemi bugünkü Vatan'ın yöneticileri tarafından elinden alınmadı mı? Sabah'ın sahibi Dinç Bilgin cezaevinde iken, bırakınız ona destek olmayı sırf Sabah'ı batırmak için Vatan gazetesini kuran ve böylece " vefasızlık " denilen o duyguyu tarumar edenler bu kadro değil miydi? Bu kişiler, örneğin Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Vural Savaş, Yekta Güngör Özden, Kemal Gürüz, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi bir zamanların " kudret sahiplerinin " yüzünü okşamadılar elbette.. "

NOT -
Hürriyet'te Emin Çölaşan da " Fotoğraf "ı yorumlamış. Daha önce bu kişi ile süren polemiğimiz, bu kişinin açtığı davada benim 8 milyar tazminat ödememle sonuçlandı. Hakimlere değil kalemine güvenmeyi öğreneceği güne kadar, onu yok sayıyorum.”

****

Bir yüz okşamanın semiolojini yapmak için gösteren ve gösterilen ile görüneni birbirinden ayırmak, farklılıkları çizmek gerekli. Okşayan taklacı gaz-teci; okşanan takvacı Başbakan. Herkesin ortası bağlam. Tam medyatik. Tam çerezlik. Okşananın yaşı daha genç. Demek ki, tokmak ve dühül onda. Yani, kontrol. Okşayan, okşananı iki düzeye çeker: Tehdit ve alçaltma (aşağılama değil), Ben seni okşarım diyebilmenin o vargücüyle bağıran tehdit-kâr(h)ane teranesi, aşağımdasın demekle eşittir. Mehmet Y. Yılmaz’ın Kasımpaşalılık popüler kültürüne takılıp söylemek istediği işte odur. Ama bu iki gösterileni seyir eden umum, ne diyecektir, meşkûk ama mühimdir.
Okşama insiyaki mi?
Yoksa, kurgu?
Ya da, beklenen, ve beklenmeyen mi? Barlas’tan beklenen, ama okşatandan beklenmeyen.
Derinin derisini kazırsak altından Freud mu çıkacak?
Ya da, yüzyıllık bastırma: W. Reich?
Ya da, sadece Türkiye’nin günceline özgü laubalilikle örtülü liboşluğun bir herzesi mi?
"Puro bazen sadece bir purodur."
Hangisi?
Ya etkisi?
Semioloji burada durur; iletişimin etki kuramları işi devr alır.
İki tür etki var; anlık ve kaltive edici uzun erimli. Anlıkların toplamı değildir kaltivasyon.
Medya sadece bir sosyalizasyon.
Orta-m demek; Kitle İletişim Ara-çları demek.
Neyi eken, neyi biçer? Kaltivasyon ekmek demek...
İşin semiolojisinden etkiye atlayınca işler biraz işlemeye başlar. Ama bundan sonrası bir meslek sırrı. Bedava olmaz.
Barlasvari olmaz yani.
Doğrudan tediye gerekli.
Dolaylı değil.

NOT: Bütün bir "Barlas", yandaki kitaplarda var.

Hiç yorum yok: