13 Temmuz 2005
ŞARAP VE MURDOCH’LU SUN VALLEY
“Galiçya vatan toprağıdır” dedin tutturamadın; “Kafka mutsuzluğun romancısıdır” dedin, adam hem “yabacılaşmış-ebleh mutluluğun” yazarı, hem de öykücü; “1927’de kurduğu NBC’yi GE’yi geçenlerde (2000’de?) satın aldı dedin” tutmadı. “Medya patronları medyadan başka işler de yapabilir, ne var bunda?” dedin, patronun bankayı satarken, “olmuyormuş, medya ile başka işler yapılmıyormuş” dedi, tekzip etti seni; “AKP” dedin, tutmadı, arkadaş toplantılarnda teknoloji-medya yatırımları yapılacağını zannediyor Türkiye’ye; “Derviş-Özkan-Cem” dedin; biri evine döndü, diğeri Yüce Divanlık, diğerine acil şifalar diliyoruz; “Irak savaşı uzun sürer, Amerika zaferle çıkar” dedin, savaş onbeş günde bitti; ABD hâlâ zaferin yanına yaklaşmış değil, şaşkın... “AB gün verecek” dedin, gün falan vermediler, üstelik adamlar senin gibiler yüzünden Anayasa red edip duruyorlar, “Amiral bizi destekliyorsa vardır bunda bir çapanoğlu” diye, değil Türkiye’yi içlerine almak, neredeyse AB’yi yok edecekler... Eeee şarabı da tek yudumla anlayamıyorsan, yazık ki çok yazık. Bil artık bir şeyler de, “eski akademisyendir, bilir” diye övünelim diyoruz, inat ediyorsun, dur durak tanımıyorsun. Bak, benden öğrenmiş olma ama şarabın tadı tek yudumda anlaşılır. İki yudumda anlayana, "şarapçı" denir; “şarap bilen”değil. Şarabın iyisi kötüsü olmaz; bozuğu, bozuk olmayanı olur. Her damağa, her okazyona, her yemeğe uygun bir şarap vardır. Biz eskiden Dimitrokopulo içerdik paramız varsa; yoksa Güzel Marmara. AOÇ’in gazoz şişeli taze şarabı da fena değildi.
“Şarap nasıl tadılır”a gelince, bakma bizim yeni kentli “yetişmemiş” garsonlarımıza; ne yapsınlar gariban onlar, bilmiyorlar, şarabı tadılsın diye kadehe beş yudumluk bocalıyorlar, sen de ister istemez iki-üç yudum götürüveriyorsun; bir yudumdan fazlasına, tatmak değil, içmek denir. Tadımlık, tek yudumluk doldurulur kadehe... Üstelik unutma, şarap bozuksa o “ayvayı yesin” diye ısmarlayana tattırılır... Diyelim ki, patronunla oturuyorsun Bookbinders’ta, sen ısmarladın, herhalde senin oturduğun masada başka biri yapacak değil bu işi, patron da olsa boynu kıldan ince, şarap geldi, tadımlık kondu önüne. Beyaz şarapsa tadımlık olmaz; zaten renginden de anlarsın. Sakın kadehi bardak bombesinden kavrama, içerken tutulur bombeden, tadarken değil. Sapından üç parmağınla sıkı kavra ama sanki bırakıverecekmişsin gibi narin, sonra ilk yapacağın iş şu: kadehi hafif bir dokunuşla ağzına götür, kadehteki yudumu alırken, dudakların bardak kenarında narin bir kadın dudağı öper misali ama şehvetsiz bükülecek, yudumu alır almaz şöyle dil yavaşca devr-i daim ettirilecek ki, zordur ama elzem, raiasını, lezzetini, demini damak tadınla birleştirebilesin diye şarabın... Yudum senin istediğin gibiyse, dilini lezzet belirtisi olarak abartısız ve duyulabilir tarzda, dudaklarını hafif büzerek şaklatırsın. Sanki sevgiliye bir öpücük gönderir gibi. Bu da zordur fakat elzem değildir. Fazla ses çıkmasın, anlarsın, bir şeyin fazlası yarar getirmez. Gösterişe girer. İstersen daha önce kadehi, küçük ve orta boy kadehse, büyükse sakın yapma, hafifçe elinde yılankavi şekilde çalkalarsın, aman dikkat et dökme; kadehteki tadımlık şarap tek yudumluk olduğundan merkez kaç ivmesi yüksektir. Bilirsin hacım büyük, sıvı azsa, çalkantı fazla olur. Kenardan, anafor yapıp dökülüverir kravatının üstüne... Ayrıca, sapından tutuyorsun ya, sıvının içteki santrafüj yapma etkisi de artıyor, ister istemez. Uzun sapsa yandın, bu işe hiç girişme, varsın hava ile temas etmesin şarap, alkolüden biraz olsun kurtulsun diye. Uzun sapta bu işi yapacaksan, üstünden tutmayı dene ama epey egzersiz gerektirir, ona göre. Şarabı tam bu aşamada, yani tattıktan ve beğendikten sonra burnuna götürüp koklamak, bu işte uzman olduğunu kanıtlar ama herkese tavsiye etmem. Uzmanlık zor zanaattir. Koklamak ise şarabı değil, üzümü tanımak demektir. Bizim magandalar ise koklamayı yudumdan önce yaparlar, tavsiye etmem. Bak bir şey daha var: Tadımlıkta ikinci yudumu alanı Bookbinders'tan kovarlar... Sun Valley’dekiler iyi bilir Bookbinders'ı...
Şu Sun Valley'i de epey abarttın; Türkiye’ye bir şey çıkmaz oradan... Amerika’da ve Dünyada olan işlerin habercisidir o toplantı... Wired dergisi bile es geçer toplantıyı... Yok efendim biri İstanbul’a gelmiş de, aç kalmış, onu bizim Sultanahmet ayyaşları doyurmuşmuş, Türkiye’ye aşık olmuş, geç bunları. Murdoch da, 1951 yazında, arabayla, George Masterman, Harry Pitt ve Asa Brigss ile İstanbul’a geldi; Oxford’ta öğrenciydi. İşte bu gezide, ünlü Voltaire Kulubünün kurulmasına karar verildi. Mesele global kapitalizm ve teknoloji; gerisi boş... Ama bu Türkiye’de, Hürriyet varakıyla hayat çok hoş... Bol bol Dirlik’i oku; tavsiye ederim.
“1996 Yazı... Amerikan sermaye çevreleri büyük bir haberle çalkalandı: Rupert Murdoch gerçekten yaşamıyordu; onun yerine benzerleri dolaşıyordu ülkeden ülkeye.. İnanan da oldu, inanmayan da... Güya, Murdoch’un yarım düzüne benzeri bulunmuş, News Corporation işi altı yıldır onlarla idare ediyormuş, çünkü Murdoch Tanrı’sına 1990’da kavuşmuş... Bu dedikodu, 11 Temmuz 1996 günü, dünyanın o zamanlar en zengin CEO’su Ron Perelman tarafından yalanlandı. Çünkü o gün purosunu tüttürürek, adı üstünde Sun Valley’de akşam güneşine bakarken, yanındaki adam sadece gelecek yıl içinde 2.5 milyar dolar harcamayı planladığını söylüyordu... Tek bir yılda yatırıma ayrılabilecek bu kadar büyük para sadece Soroz’da ve Murdoch’ta vardı. Soroz Allen’in rakibiydi ve Sun Valley pikniğine çağrılmamıştı. Demek ki, yanındaki adam Murdoch’tu. Ron hemen koşarak Herb’in yanına gitti. Herbert Allen, Amerika’nın ve dünyanın en güçlü medya yatırım bankeriydi ve Ketchum-Idaho’da her yıl düzenlenen bu partinin de ev sahibiydi.”
Allen’in piknikli kampını Sun Valley’i Amerika’da ençok Daily Variety, Vanity Fair, Upside gibi magazin yayınlar kapsar. Bu kampta yapılan işlerin çoğu medyaya yansır ancak çoğu gerçekleşmez. Herbert Allen’in işi, kültür sanayini (eğlence, enformasyon, spor, iletişim, bilgisayar) birleştirerek aralarında yapacakları “deal”lar için, para bulup, komisyon almaktır. Yani her yıl bir tür yatırım pazarı kurar Sun Valley’de Herb. Buraya bir ülkenin Başbakanı neden katılır, niçin yanında ve özel uçağında üç tane gazeteci götürür, orası meçhuldür. Çünkü, Amerika’da kültür sanayinin tek patronu vardır: FCC. Allen’in biraraya getirdiği kişilerin hemen hepsi, sanki yek vücut bir biçimde FCC’yi nasıl aldatacaklarını; aralarına yapacakları çok kârlı ve yasalara uygun olmayan dalavereleri nasıl FCC’nin gözünden kaçıracaklarını konuşurlar. Amerika’da kültür sanayinin en genişi olan medya sektörü aslında bir “temas sporu” yapmaktır. Yani, temassız, ilişkisiz ve birleşmesiz, Amerikan (yani Dünya) medya sektörü olmaz. Tam yirmibeş yıldır (Reaganism ve Thatcherism’den bu yana) medya birleşmelerden, boşanmalardan ve dev satın almalardan oluşmaktadır. Bu nedenle, bunlara para sağlayacıların başı olan Allen&Co.’nin tek sahibi Herb Allen, Sun Valley toplantılarını yapar ki, bu birleşmeler, satın almalar ve boşanmalardan komisyon alabilsin. Peki, Türk Başbakanı’nın ne işi vardır böylesi bir sanayi arkadaşları grubunun piknik partisinde? Sun Valley’in müdavimlerinden biri şöyle demiş, bundan on yıl önce: “This is (Sun Valley) where smart people go to talk to each other, not the rest of the world.” Buraya akıllı insanlar kendi aralarında konuşmak için davet edilirler, dünyanın geri kalanıyla konuşmak için değil. (Bu yazıdaki tüm “tırnak” içindeki bilgi ve ifadeler Neil Chenoweth’in Rupert Murdoch: The Untold Story of the World’s Greatest Media Wizard, adlı kitabından alınmıştır.) Murdoch’un Fox Network’ünün kurucusu Barry Diller ise, daha önce Silver King Communications’ın yöneticisi idi, Sun Valley toplantılarının evsahibi Herb Allen’i, “sirk hayvanlarının toplayıcısı” (Barry Diller...called Allen “the gatherer of circus animals”) olarak tanımlamıştır. 1999’da ise Allen’in kendisi, yaptığı iş için “It is a bazaar; and you can spell that both ways” (Burası bir pazar, bunu her iki anlamda da yazabilirsiniz) demiştir. Anlamın bir tanesi, piyasadır; ikinci anlam ise “burası bir borç bulma pazarıdır.”
Kısacası, ne işi vardır Türk Başbakanı’nın bu toplantı diye Türklere yutturulan, borç bulmak için düzenlendiğini, düzenleyinin de kabul ettiği, arkadaş pikniğinde? Üç gazetecinin ise yaptığı büyük başarıdır: (1) Böylesine güzel bir sirkte bulunmak hoş bir şeydir ve her gazetecinin görevidir ve başarıdır, (2) Bu borç alma sirkini, önemli bir uluslararası ekonomik ve politik topantı gibi Türk okurlarına yutturmaları ise daha büyük bir başarıdır. Bu üç gazetecinin duyurmadığı ve son Sun Valley toplantısının en büyük haberini de ben duyurayım: “ClickStar was announced Wednesday by Freeman and Intel CEO Paul Otellini at the Allen & Co. Sun Valley Conference, an annual gathering of high-powered media executives. Freeman's movie production company, Revelations Entertainment, formed ClickStar with an investment from Intel.” (www.wired.com) Artık bu haberi de çevirip ayınlarlar zahmet olmazsa; gazeteciliğin bir gereği de çevirmenliktir biliyorsunuz Türkiye’de...
Bu yazıyı epey geç yazdım. Çin, daha sonra İtalya, sonra yeniden Çin, dolaşıp duruyorum. Ağustos’ta da bir Çin daha var. Adamlar gezip duruyorlar, benim başım kel mi? Ben de Çin Maçin’e uzanıyorum, yeri geldikçe. Okurlardan da geç yazılar için uyarı alıyorum: Açıklamıştım daha önce: Ben bir köşeci yazıcısı değilim; vakti geldikçe yazıyorum. Internet ise buna uygun bir mecra; her gün yazı yazmayı gerektirmiyor; yazılar, arşivden kolay erişilebilir şekilde saklanabiliyor ve hızla (interaktiviteyi bizimkiler pek kıvıramadılar ama) karşılıkı iletişilenebiliniyor. Beni lütfen, pespaye MEME “köşe yazarı” falan zannetmeyin.
Aslında yazılacak konu da çok; terör, TELEKOM, Çin ve Maçin. İtalya’yı merak etmiyorsunuzdur; nasıl olsa onu biliyorsunuz. Üç konuya da değineceğim, gelecek günlerde. Çeşme bu kez gecikti; yaz okulu, yurtdışı, vs. Oradan da görüşeceğiz nasıl olsa...
Prof. Dr. Veysel Batmaz
10 Temmuz 2005
www.haber3.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder